ROMA HUKUKU DERS NOTLARI
Roma imparatorluğu 1543 yılına kadar var
olmuş ise de Roma Hukuku MS. 565 yılına kadar sürmüştür. MS. 527 yılında
imparator Iustinianus Roma hukukunu yeniden canlandırabilmek için önemli
adımlar atmıştır. Bu bağlamda en önemli eser olan Corpus Luris Civilis adındaki
hukuk külliyatını ortaya çıkarmıştır. Bu külliyat o günden önceki hukuk
kurallarını toplamak ve ihtiyaçlara uygun olarak yeni kurallar ilave etmek için
oluşturulmuştur. Bu külliyat modern hukukun da kaynağı olmuştur.
Roma Hukukunun Önemi
Türkiye, Cumhuriyet’le birlikte iktibas
yoluyla kanunlaşmaya gitmiştir. Batı Hukuku örnek alınarak onların kanunları
tercüme edilip ufak değişiklikler ile kabul edilmiştir. Batı Hukukunun ise
kaynağı Roma Hukuku’dur. Bu nedenle ülkemizdeki hukuk roma hukuku ile
ilintilidir. Bununla birlikte hukuk kurallarının nasıl sonuçlar doğuracağı
kanun koyucu tarafından kestirilemez. Kanunkoyucu bunu hukuk tarihi ile kısmen
de olsa kestirmeyi umar. Bu nedenle en önemli hukuk tarihi Roma hukukudur.
Bundan başka hukuk kurallarının yorumlanması için de Roma Hukukunu bilmek
gerekir. Çünkü hukuk kurallarını tarihte en iyi yorumlayan Roma
Hukukçularıdır.
Roma Toplumunun Yapısı
Roma Devleti, gens adı verilen
toplulukların birleşmesinden oluşmuştur. Genslerin temeli de aileydi. Ancak
aile bugünkü aile kavramından epey farklıydı. Aile başında Poter familias
(baba) vardı. Poter familias olma hakkı yalnızca erkekte idi. Poter
familias’ın hakimiyetinde ise filius familias (aile
evlatları) vardı. Bunlar babanın evlatları, eşleri, torunları, hizmetçi ve
köleleri idi. Poter familias’ın (baba) filius familias
(aile evlatları) üzerinde sınırsız ve sorumsuz bir çok hakkı vardı. Ölüm cezası
verme gibi. İşte bu aileler zamanla birleşerek gens leri
oluşturdular. Her gens’in kendine ait arazisi, dini ve sınırlı
siyasi müessesesi vardı. Gens lerin başında Dux
yada Princeps adı verilen ve askeri, dini ve yargısal önderlik
yapan kişiler bulunmaktaydı. Gens ler birleşerek curia
yı, curia lar birleşerek tribüs u ve tribus
lar ise birleşerek CİVİTAS ı oluşturdu.
AİLE-GENS-CURİA-TRİBUS-CİVİTAS
Her ne kadar birleşme
yoluyla CİVİTAS olunmuş ise de gensler yapılarını koruyarak birleşmişler
toplumsal alanda pek değişiklik yapmamışlardır.
Civitas’ın ortaya
çıkmasından sonra kaynağı belirlenemeyen pek çok yabancı halk Roma ve çevresine
yerleşti. Pleb adı verilen ve genslere mensup olan petriciilerin
sahip oldukları hakların hiçbirine sahip olmayan yeni sosyal sınıf ortaya
çıktı.
Patriiciler
ve pleblerin işgücü ve askeri gücüne ihtiyaç olduğu için zamanla
civitas tarafından imtiyaz verilmiştir. Daha sonra zamanla Etrüskler bölgeye
hakim oldu. Etrüskler siyasi bir birlik oluşturup devlet olmanın temellerini
attılar. Bu devlet krallık ile idare edildi. Krallık adı verilen dönemden sonra
ayaklanma çıktı ve Kral devrildi. Etrüsklerin hâkimiyeti bitti. Bundan sonra
bugünkü Cumhuriyete tam olarak benzememekle birlikte, Cumhuriyet denilen bir
kral yerine iki consül’ün 1 yıl süre ile magistralık
yaptığı yeni dönem oluştu. Cumhuriyet dönemi, devletin güçlendiği ve Roma’nın
sınırlarının önemli ölçüde genişlediği bir dönemdir.
Cumhuriyet döneminde Roma
oldukça fazla genişlemiş ve genişlemenin sosyolojik ve ekonomik
sorunları baş göstermiştir. Bu sorunlarla uğraşmak Cumhuriyet müesseselerini
yıpratmıştır. Zamanla consuller diktatörlük ilan etmişlerdir.
Cesar (consul) yavaş yavaş cumhuriyet rejimini devirmeye çalışmıştır. Kendi
yetkisini arttırırken cumhuriyet kurumlarının yetkilerini sınırlamıştır. Cesar
suikatte uğrayınca iktidar mücadelesi başlamıştı. Sonra Octourus
geldi. Bir barış dönemi başladı. Bu dönem Roma Hukukunun gelişmesine ve
kökleşmesini sağladı. Daha sonra zaten Roma Doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı.
Batı Roma kısa zamanda Kavimler Göçünün etkisiyle yok olurken Doğu Roma uzunca
bir süre daha tarih sahnesinde kalırken Fatih tarafından ortadan
kaldırılmıştır.
Roma devletinin Tarihi dönemleri ve Roma
Hukukun Gelişimi
4 dönemde incelemek gerekir.
1-Krallık
2-Cumhuriyet
3-İlk İmparatorluk
4-Son imparatorluk
Her dönemde magistra,
halk meclisi ve senatus gibi kurumlar vardı. Ancak
her dönemde bu kurumların yetkileri değişmiştir. Krallık döneminde yetkiler
kral adı verilen (rex) magistradaydı. Cumhuriyet
döneminde Senatus güçlenmiştir. Son İmparatorluk döneminde ise magistra
senatus ve halk meclisinin tüm yetkilerini
almıştır.
1. KRALLIK DÖNEMİ : krallık döneminde devlete magistra, Halk
meclisi ve Senatus hakim olmuştur.
a)Krallık Dönemi Magistra: Rex adı
verilen ve bütün yetkileri elinde toplayan bir magistranın bulunmasıydı. Dış
ilişkilerde kral devleti temsil ederdi. Ordunun, yargının ve dinin başı kabul
ediliyordu. Sorumluluğu yoktu. Kimseye hesap vermezdi. Kralın seçimi
rivayetlere dayanır. Kimilerine göre babadan oğla geçer. Kimilerine göre
ölmeden kral kendi yerine geçecek kişiyi kendisi seçer. Eğer seçemeden ölürse Senatus
başa geçerdi. Başka bir görüşe göre ise kralı halk meclisi üyeleri seçerdi.
Kral her ne kadar sınırsız ve denetimsiz bir yetkiye sahip olsa da halkı
karşısına almamak adına halkı ilgilendiren konularda halk meclisi ve senatus
ile istişarede bulunurdu.
b) Krallık Dönemi Comitio Curiato (Halk Meclisi): Curia denilen
birliklerin meclisidir. Gens (300) –Curia(30)-Tribus (3) bu formuludür.
300 gens bir curia eder. 10 curia ise 1 tribus eder.
Her curianın bir meclis üyesi vardır. Yani 30 meclis üyesi olmaktadır.
Curialar oy çokluğu ile karar alırlardı. Her curia kendi içinde bir oylama
yapar çoğunluğun görüşü o curianın oyunu oluştururdu. Karar için ise on altı
curianın oyu şarttı. Bu dönemde halk meclislerinin yetkileri sınırlıydı. Kanun
yapamazlardı.
c)Krallık dönemi Senatus: genslerin
temsilcileridir. Ancak gensler kendi senatuslarını kendileri seçmezlerdi. Kral
her gensin senatusunu seçerdi. Seçilen kişi önde gelen saygın bir kişi olurdu.
Ölene kadar görev yapardı. Senatus kralın danışma organıydı. Kralın isteğiyle
toplanırlar bağlayıcı olmayan görüş beyan ederlerdi.
Krallık Döneminde Roma Hukukunun
Özellikleri
Bu dönemde özel hukuk
alanında Ius Civile geçerliydi. (vatandaşlar hukuku) Bu hukuk Roma
vatandaşlarına uygulanan Romalı olmayanlara uygulanmayan bir hukuktu. Ius
Civile son derece sert hükümler içeren şekilci bir kanundu. Sözlü şekil
geçerliydi.
“Şerefli bir vatandaşın
sehadeti, tahrifi mümkün bir vesikadan daha iyidir”.
Ius Civile’de öngörülen
yaptırımlar da oldukça ağırdı. Ius Civile başlangıçta yazısızdı. Din=hukuk
olduğu için Ius Civileyi en iyi bilenler ve uygulayanlar rahiplerdi.
2. CUMHURİYET DÖNEMİ: uzun bir dönemdir. Magistranın yetkisi
kısıtlanmış, cumhuriyete geçilmiştir. Cumhuriyet döneminde devlete hakim olan
organlar Magistra, halk meclisi ve Senatus’tur. Fakat magistranın yetkileri
kısıtlanmış, halk meclisi ve senatus’un yetkileri arttırılmıştır.
a) Cumhuriyet Dönemi Magistra: Romalılar bu
dönemde magistra sayısını arttırarak tek magistranın sahip olduğu yetkileri
sınırlamış magistraların birbirlerini denetlemelerini istemiştir. Magistraların
görev süresi de sınırsız olmaktan çıkmış 1 yıllık süreye tabi olmaya başlamıştır.
Magistraların seçimi de halk meclisi tarafından yapılmaya başlanmıştı. Devleti
idare etmek için iki magistra vardı. Zamanla çoğalmıştır.
aa) Consulluk ve Dictatörlük: Krallık
döneminde Rex adı verilen tek magistra vardı. Cumhuriyet
döneminde consul(ler) adı verilen iki magistra
kurumu oluşturuldu. Consuller birbirlerine karşı veto hakları
olduğu için çoğu kez uzlaşma yoluna gitmekteydiler. Bu dönemde halk meclisi
kanun yapmaktaydı. Ancak kanun tasarıları consuller tarafından
hazırlanmaktaydı. Consuller görevde kaldıkları sürece sorumsuz ve
yargılanamazlardı. Ancak görev süreleri bitince yargılanabilirlerdi. Bazı
olağan üstü durumlarda yetkilerin tek consülde toplanması
gerektiği fikrinden hareketle dictatörlük kurumu geliştirildi.
Acil hallerde senatüs tarafından o anda görevli consüllerden
biri diktatör ilan edilirdi. Dictatör de sınırsız yetkilere tıpkı kral gibi
sahipti. Ancak bu yetkiler görev süresi boyunca geçerliydi. Dictörün görev
süresi en çok 6 aydı.
bb)Praetorluk ve Praetor’ların sahip oldukları
Himaye Vasıtaları: Cumhuriyet döneminde başlangıçta iki magistra vardı. Bunlar
ordunun idaresi, din idaresi, yargılama yapma işi gibi her türlü görevi
yapıyorlardı. Roma da yargılama iki aşamadan oluşuyordu. Birinci aşamada
taraflar magistranın önüne geliyorlar eğer magistra uyuşmazlık çıkarırsa hakem
seçilir ve yargılama başlardı. Bu nedenle yargılama yapmak için bir magistraya
sürekli ihtiyaç vardı. Bu amaçla praetorluk kuruldu. Yargılama
yapan magistraya praetor, savaşa gidene consul denilmeye
başlandı. Ancak bu iki magistra arasında hiçbir fark yoktu. Böyle bir iş bölümü
de yoktu. Her biri diğerinin yetkilerine sahipti.
Şehirde oturan ve Roma vatandaşlarının
birbirleriyle ilişkilerinden doğan ihtilaflara bakan bir praetor vardı.
Daha sonra Romalıların diğer yabancı kavimler ile olan ilişkilerinin artması
nedeniyle buradan doğacak ihtilaflara bakmak üzere yeni praetorlara
ihtiyaç duyuldu. Daha sonra yabancılar ile Romalılar arasında doğacak
ihtilaflara bakmak üzere yeni bir praetor seçildi. Romanın genişlemesi
ile praetorlerin sayısı da epey arttı.
Praetorlar bir kimseye
dava hakkı verip vermemekte tamamen serbest bırakılmışlardır. Praetorların
yaptıkları en önemli işlerin başında Edictum (beyanname)
yayınlamaları olmuştur. Göreve gelen praetorlar adli işleri yürütürken hangi
prensiplere uyacaklarını, hangi ihtilaflara dava hakkı tanıyacaklarını, hukuk
kurallarını nasıl yorumlayacaklarını beyanname ile halka duyururlardı. Her
gelen praetor kendi beyannamesini yayınlardı. Zamanla her praetorun kabul
ettiği hukuk ilkeleri ortaya çıktı. Praetorların koydukları beyannameler kanun
değildi. Ancak emretme yetkilerine dayanılarak koydukları kuralları
uyguluyorlardı.
Praetorlar katı, sert
ve şekilci olan Ius Civile’yi yumuşatmışlardır. Zamanla Ius Civile’nin yanında
Praetor Hukuku ortaya çıktı.
PRAETOR DAVALARI
Praetorlar, Ius Cİvilenin öngördüğü bir
davayı dava açmak isteyen kişiye vermek zorunda olmadığı için çoğu kez himaye
etmediği kişilerin dava haklarını engellediler. Keza Ius Civilenin öngörmediği
davaları açmak isteyen himayesindeki kişilere de izin vererek Praetor
davalarına neden oldular. Praetorların usul hukukuna katkıları aşağıdaki
kuralların ortaya çıkarmaları ile olmuştur.
DEFİ HAKKI (EXCEPTİO)
Defi, davalıya tanınan
savunma vasıtasıdır. Davalı, davacının iddiasını kabul etmekle birlikte mahkum
olmamasını gerektiren yeni bir iddiayı ortaya atabilirdi. İşte Praetorlar bu
defileri tanımak suretiyle, hakkaniyete uygun kararlar verilmesini sağladılar.
Hukuka bu kavramı kazandırdılar.
ESKİ HALİN İADESİ (IN INTEGRUM RESTİTUTİO)
Bu yolla dava açılması
beklenmeksizin zarar gören kişiye yapılan işlemi iptal ettirme imkanı sağlandı.
Bu amaçla, zarar gören kişi praetor’a müracaat etmekte, herhangi bir davaya
gerek olmaksızın praetor, eski halin iadesine karar vermekteydi. Böylece işlem
sanki hiç yapılmamış gibi olmakta ve o hukuki işlemin yapılmasından önceki
hukuki durum yeniden sağlanmaktaydı.
INTERDİCTUM (zorla yaptırma)
Praetorların, emir vermek suretiyle bir işi zorla yaptırmasına denilirdi.
Çoğu kez başvurulurdu. Örneğin bir malın zilyetliğini haksız olarak elinde
bulunduran kişiye emir vererek, zilyetliğin iade edilmesini sağlanırdı.
PRAETOR STİPULATİOLARI
Pratetorlar yeni hukuk kuralları koyma yetkisine sahip olmadıkları için pek
çok olayda, imperium (emretme) yetkilerine dayanarak, bir tarafı diğer taraf
lehine stipulatio( borçlanma) altına sokuyorlardı. Böylece yeni borç ilişkileri
tesis ediyorlardı.
ZİLYETLİĞİN TEMİNİ –Mallar ile Sorumluluk
(MİSSİO IN POSSESSİONEM)
Praetor’lar bir kimseye ait malların tamamının yada bir kısmının
zilyetliğini bir başkasına verebilmekteydi. Önceleri roma hukukunda
şahsın sorumluluğu vardı. Şahsın sorumluğunda borcunu ödemeyen kişinin şahsı
alacaklının olurdu. O isteği gibi kullanır hatta öldürebilirdi. Genellikle köle
yapardı. Ancak praetor hukuku sayesinde Roma hukukunun gelişmesi sağlamıştır.
Şahsın sorumluluğunun kaldırılması bunun örneğidir.Praetorlar sayesinde şahsın
malları ile sorumluğu getirildi.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE BUNDAN BAŞKA
MAGİSTRALIKLAR DA ORTAYA ÇIKTI
QUESTOR’LUK: Praetorluğun kurulmasından önce ortaya
çıkmıştır. Consullere yardımcı olarak seçilen ve onlar tarafından tayin
edilen kimselerdi. Daha sonra ise yeni magistralık haline getirildi. Daha çok mali
ve cezai işlere bakarlardı. Devlet hazinesi ile meşgul olurlardı.
CENSOR’LUK: Nüfus işleri ve halkın mallarının kıymet
takdiri Consullerden alınarak censor lara verildi.
Nüfus sayımı yapması ve halkı özelliklerine göre sınıflandırması bu magistralığı
önemli hale getirdi. Sayımlarda kişilerin özelliklerini belirleniyor ve bunlar
keyfi olabiliyordu. Sicili kötü olanlar hiçbir göreve gelemiyordu. Zamanla senatus
üyesi olabilecek kişilerin listesini hazırlama yetkisini dahi aldılar.
AEDİLİS CURULİS’LİK: Çarşı ve
Pazaryerlerinde denetimler yapar ve bir çeşit zabıta görevi ifa ederlerdi. Emir
verme yetkileri vardı. Köle ve hayvan satışlarını kontrol etmeye başladılar.
Bunların koydukları kurallar bugün Türk ve İsviçre Borçlar kanunun temelini oluşturmaktadır.
TRİBUNUS PLEBİS’LİK: Bütün magistraların
patriciilerden olmasına karşı çıkan plebler uzun mücadeleler sonrasında kendi
magistralıklarının kurulmasını sağladılar. Diğer tüm magistralar herkesi
bağlayıcı işlem yaparken Tribunus plebislik sadece pleb leri
bağlayan işlem yapabiliyordu.
TRİBUNUS MİLİTUM’LUK: Yine patricii-pleb
mücadelesinden doğmuştur.
b) Cumhuriyet Dönemi Halk Meclisleri: Cumhuriyet döneminde
halk meclislerinin hem önemi ve hem de sayısı artmıştır. Krallık
döneminde sadece patriciilerin kurduğu Comitia Curiata vardı.
Cumhuriyet döneminde ise hem pleb hem de patriciilerin kurduğu Comitia
Centuriata kuruldu. Cumhuriyet döneminde halk meclislerinin 3 önemli
görevi vardı. Bunlar magistaranın seçimi, yargılama alanında faaliyet
yürütmek ve kanun yapmaktı. Halk meclisi kanunu tek başına
yapamıyordu. Magistanın birisi kanun tasarısı hazırlamalı meclisi toplantıya
çağırmalıydı. Magistranın hazırladığı kanun tasarısı Forum (Roma da meydan)
ilan edilir ve halka oy verecekler duyurulurdu. Oy verme günü forumda toplanır,
tasarı halkın görüşüne sunulurdu. Oy verme günü tekrar tartışma olmazdı. Bu
dönemde halk meclisi tarafından çıkarılan en önemli kanun On iki levha
kanunudur. Bu kanun patricii-pleb mücadelesi ürünüdür. Uzun mücadele vererek
kendileri için magistralıklar elde eden ve halk meclisine giren plebler
kendilerine uygulanacak hukukun yazıya geçirilmesini istediler. Daha yazılı
değil magistarin keyfine bağlı idi.
c) Cumhuriyet Dönemi Senatus: Cumhuriyet döneminde
Senatus danışma organı niteliğindeydi. Kararları bağlayıcı değildi. Senatus
saygın kişilerden oluşuyordu. Özellikle görevi biten magistralar senatus üyesi
oluyordu. Bu nedenle bağlayıcı kararlar alamasa da magistra üzerinde etkisi
büyük oluyordu. Senatüs üyeleri başlangıçta consuller atıyordu. Sonraları ise
magistra atamaya başladı. Dönem sonunda hem senatus hem de consullük
aristokratik bir zümrenin vesayetine girdi. Halk meclisine sunulan kanun
tasarısı magistranın gibi olsa da aslen senatusundur. Halk meclisi tasarıyı
kabul edince senatusun onaylaması şarttı. Eğer senatus onaylamazsa kanunlaşma
olmazdı.
Cumhuriyet Döneminde Roma Hukukun
Özellikleri
Cumhuriyet dönemi ortalarında Roma Hukuku
çok gelişmeye başlamıştır. Ius Civile dönem ortalarına kadar yürürlükte kalmıştır.
Cumhuriyet Döneminde roma hukukun gelişimini sağlayan en önemli faktör praetor
ve magistralardı. Cumhuriyet döneminde Roma da yazılı kanun yapma yasağı
başladı. İlk olarak on iki levha idi.
Bu dönemde sadece Romalılara uygulanan Ius
Civile yetersiz kaldı. Romalıların başka millet tüccarlarıyla sıkı ilişki
içinde olmaları nedeniyle praetorlar yeni kurallar koyarak bir praetorlar
hukuku oluşturmaya ve zamanla bu hukuk da yabancılar hukuku olarak
adlandırılan Ius Gentium adı verilir. Bu dönemde Ius Cİvile (vatandaşlar
hukuku) yanında Ius Gentium (yabancılar hukuku) ve Ius
Praetorium (praetorlar hukuku) gelişmeye başladı.
Ius Cİvilede yumuşamalar oldu. Bu dönemde
Ius Civile gelişmeye ve olgunlaşmaya başladı.
3. PRİCİPATUS (İLK İMPARATORLUK DÖNEMİ)
Bu dönemde devlet organları yine magistra, senatus ve halk meclisidir.
Bu dönemde halk meclisi güç kaybetti. Senatus ise güç kazandı. Ancak asıl
gücü magistra kazandı. İlk imparatorluk dönemini başlatan Agustos, yeni
bir siyasi rejimin temellerini atmakla beraber, Cumhuriyet müesseselerine
dokunmadı.
a.
İlk İmparatorluk (Pricipatus) Dönemi
Magistra: Consullük başta olmak üzere bütün magistralıklar muhafaza edilmekle
birlikte, diğer magistraların sahip oldukları tüm yetkilere sahip bir
magistralık oluşturuldu. Buna da princeps denildi. Princepsler sahip
oldukları hakları gün geçtikçe arttırdılar ve Senatus ile halk meclislerinin
yetkilerini ele geçirdiler. Princeps’ler asker topluyor, orduyu idare ediyor,
savaş ve barışa karar veriyor, yargılama yapıyor, istediği davaya müdahil
oluyordu. Kanun koyma yetkisi yoktu. Ancak beyanname yayınlayabiliyordu. Bu
beyannameler zamanla kanun gibi oldu. Bu dönemde devletin iki hazinesi oldu.
Aa) AERORİUM: Senatus ve halka ait idi. Bb) ASCUS:Princeps
e aittir ve devlet işlerinde dilediği gibi kullanabilir. Princepsler ömür boyu
görevde kalırdı. Princepsleri senatus seçiyordu. Princepslerin yanında
cumhuriyet dönemi magistraları da vardı. Ancak bunlar consul olarak görev
yapıyordu.
Bu dönemde proetorluk işlevini korudu.
Roma hukuku gelişmeye devam etti. Zamanla princepslerin davaları kendi
memurlarına göndermesi ve beyanname yayımlamayı durdurması proetorluğu da
bitirdi. Her preotor kendi beyannamesini yayımlarken zamanla yayınlanan
beyannameler birbirlerinin aynısı olmaya başladı. Bu nedenle beyannamelerdeki
temel ilkeler ve kurallar tespit edilerek “dondurulmuş beyanname” “edictum
Repetum” olarak yayınlandı ve göreve gelen her preator bunu
yayınlamak zorunda kaldı.
b. İlk İmparatorluk
(Pricipatus) Dönemi Halk Meclisleri: Görevleri azalmıştır. Roma Devleti içinde
yaşayan herkese vatandaşlık verilmesiyle toplanamaz hale gelmiştir.
c.
İlk İmparatorluk (Pricipatus) Dönemi
Senatus: Halk meclisi zayıflayınca senatus güçlendi. Magistrayı seçme ve kanun yama
görevlerini aldı. Zamanla magistraların güçlenmesi Senatusun önemini
yitirmesine yol açtı. Princepsler güçlenince senatus un hazinesini de
kendilerine aldılar. Kanun yapmak da artık tasarı sunan magistranın oldu.
İLK İMPARATORLUK (PRİNCİPATUS) Dönemi Roma
Hukukunun Özellikleri
Ius Civile ihtiyaçlara uygun olarak
değişmeye devam etmiştir. Praetorlar hakkaniyete uygun kararlar vermeye devam
ettiler. Ius Gentium gelişmeye devam etti.
İlk imparatorluk dönemine “klasik hukuk
dönemi” denir. Klasik dönem Roma Hukukunda gelişmelerin doruğa ulaştığı
dönemdir. Bu dönemde çok hukukçu yetişmiştir ve çok sayıda eser ortaya
koymuşlardır. İki tane hukuk okulu ortaya da çıkmıştır. Lobeo’nun kurduğu
Proculiani ve Capitonun kurduğu Sabinieni…
Dönemin en meşhur hukukçusu Gaius’tur
ve eseri Institutiones’dir. Bu eser ile Roma Hukuku kökleşmiştir.
4. SON İMPARATORLUK DÖNEMİ (DOMİNATUS )
Bu dönem Romada tam
anlamıyla teokrasinin ve mutlakiyetin hüküm sürdüğü bir dönem oldu. Princeps
yerine imparator vardı. İmparatorlar gücünü Senatus ve halktan aldıklarından
çük güçlendiler. Yasama, yürütme ve yargı erklerini tümünü kendi görevlerine
aldılar. Artık hukukun tek kaynağı imparator oldu. Bu dönemde magistra, halk
meclisi ve senatus önemini yitirdi.
Son İmparatorluk (Dominatus) dönemi Roma
Hukuku Özellikleri
İlk imparatorluk dönemi
sonunda yozlaşmaya ve gerilemeye başlayan Roma hukuku burada da geriledi ve
yozlaştı. Klasik sonrası Hukuk dönemi olarak anıldı. Kralın tüm yetkileri
elinde toplaması hukukun ve hukukçuların önemini yitirmesine neden oldu. Roma
hukukun gerilemesine yol açan en önemli nedenlerden biri de Caracalla
tarafından Roma Devleti içinde yaşayan herkese Roma vatandaşlığının verilmesi
olmuştur. Herkese Roma vatandaşlığının verilmesi yabancılar hukukunu (Ius
Gentium) ortadan kaldırmış ve herkese milli olan Roma lılara özel olan Ius
Civile yi uygulamayı öngörmüştür. Milli karakterde olduğu için yabancılara
uygulanması çoğu kez imkansız hale gelmiştir. Bu nedenle dış hukuk ve
kültürleri uygulamak ve bunlardan etkilenmek zorunda kalmıştır.
a) Son imparatorluk dönemi içerisinde Iustinianus Dönemi ve Özellikleri
İmparator Iustinianus tahta çıktığında Roma Devleti her bakımdan zayıflamış
ve güç kaybetmişti. Iustinianus ise devleti toparlamaya çalıştı. İstanbul daki
Ayasofya bu dönemin ürünüdür. Iustinianus din ve hukuk birliğini sağlamaya
çalışmıştır. Ortadoksluğu devletin ortak dini olarak halka benimsetmeye
kiliseyi ise güdümüne almaya çalışmıştır. Hukuk alanında da reform yaparak,
eski roma hukukunu yeniden canlandırmak istemiştir. Bu maksatla Corpus Iuris
Civilis adındaki eseri hazırlatmıştır. Klasik dönem Roma hukuku hakkındaki
bilgilerin çoğu Corpus Iuris Civilis e dayanmaktadır.
Corpus Iuris Civilis
Bu bir derleme faaliyetidir. Daha önce de
buna benzer derlemeler yapılmış ancak ilk kez bu kadar geniş çaplı ve büyük bir
çalışma yapılmıştır. İmparator Iustinianus hazırlatmıştır. Corpus İuris Civilis
3 ana 1 tali bölümden oluşmaktadır.
A1) Institutiones: Hukuk öğrenimi için hazırlanmış ders kitabı gibidir.
Uygulanan hukuk hakkında sistematik bir biçimde bilgiler verilmiştir. Başta
Gaius’in İnstitutiones’i olmak üzere, bazı klasik hukukçuların aynı nitelikteki
örnek eserleri alınarak hazırlanmıştır.
A2) Digesta (Pandectoe): Klasik hukukçuların eserleri toplandı.
Digestrayı ınstitutiones’den ayıran en önemli özellik, Digestraya alınan
parçaların hangi hukukçuların olduğunun bilinmesidir. Digestra imparator
iradesini yansıttığı için kanun gücündeydi. Ancak kanun olarak uygulanması
yapısı itibariyle çok zordu.
A3) Codex : İmparator emirnamelerinin toplandığı bölümdür. Bazı emirnameler
ihtiyaçlara cevap veremediği için kaldırılmış ve yenileri konulmuştur.
Codex Corpus Iuris Civilis’in 3 bölümü olmakla beraber ilk hazırlanan
bölümüdür. Çünkü mevcut ihtiyaçların bir an önce çözüme kavuşturulması
gerekmekteydi.
A4) Novellae: Iustinianus’un ölümünden çok sonra Corpus Iuris Civilis’e ilave edildi.
(16 yy). imparator hayattayken çok sayıda emirname yayınlamış ancak hiç biri
Corpus Iuris Civilis’e eklenmemişti. Daha sonra tüm bunlar derlenip Novellae
olarak eklendi.
Interpolatio: Corpus Iuris Civilis de zaman içinde değişiklikler
yapılmıştır. İşte bu değişikliklere verilen isimdir.
Glossa: Hukuk öğrencilerinin kitapların satır aralarına, kenarlarına
yazdıkları notların asıl kanunlar ile karışmış halidir.
özet
Roma devleti tarihi açıdan dört döneme ayrılmaktadır. Bunlar; Krallık,
cumhuriyet, ilk imparatorluk ve Son imparatorluktur.
Roma’da devlete hakim olan
üç organ vardı. Bu organlar magistra, halk meclisleri ve Senatus’dur. Krallık
döneminde tek magistra kraldı. Krala da rex adı veriliyordu. Cumhuriyet
Döneminde kralın yerini consuller aldı. Artık magistra olarak iki consul
bulunuyordu. Kraldan farklı olarak görev süreleri bir yıl ve yetkileri de
sınırlıydı. Bu dönemde praetorluk, censorluk, aedilis curulis lik gibi yeni
magistralıklar da ihdas edildi.
İlk imparatorluk döneminde bu magistralıkların pek çoğu başlangıçta
muhafaza edildi. Fakat en önemli magistra princepsti. Princepsler, consullerden
farklı olarak ömür boyu görev yapıyordu. Yetkileri de daha genişti. Bu
yetkilerin zaman içinde daha da arttıran princepsler, giderek devlete hakim
olan tek organ haline geldiler.
İmparatorluk dönemine gelindiğinde en yetkili magistra imparatordu. Diger
magistralıkların bir kısmı kaybolmuş bir kısmı da yalnızca ismen vardı. Fakat
hiçbir yetkileri kalmamıştı.
Senatus; krallık döneminde kralın bir danışma organı niteliğindeydi.
Cumhuriyet döneminde bir danışma kurulu gibi çalıştı. Kararları bağlayıcı
değildi. İlk imparatorluk dönemine gelindiğinde, halk meclisleri zayıfladı.
Onların bazı yetkileri Senatusa devredildi. Bu durum Senatus’un güçlenmesine
sebep oldu. Bir dönem Senatus’un kanun yapma yetkisine de sahip oldu. Fakat bu
durum uzun sürmedi. Güçlerini giderek arttıran Princepsler kanun gücünde
emirnameler yayınlamaya başladılar. Son imparatorluk dönemine gelindiinde
Senatus, hiçbir yetkisi olmayan, içi boş bir kuruma dönüştü. Senatus üyeliği de
bir şeref konumuna geldi.
Roma’da devlete hakim olan bir diğer organ halk meclisleriydi. Krallık
Döneminde kanun yapma yetkisi olmayan halk meclisleri, sadece toplumu
ilgilendiren bazı önemli konularda kararlar alabiliyorlardı. Fakat Cumhuriyetle
birlikte güçlendiler ve kanun yapma yetkisine sahip oldular. Bu yetkilerini ilk
imparatorluk döneminde bir süre sürdürdüler. Fakat Roma vatandaşlarının
sayısının artması, halk meclislerini toplanamaz hale getirdi. Böylece halk
meclisleri zayıflamaya başladı. Bu nedenle yetkilerinin önemli bir kısmı, ilk
imparatorluk döneminde Senatus’a devredildi. Son imparatorluk döneminde ise
tamamen kayboldular.
Bütün bu gelişmelerden Roma Hukuku da etkilendi. Fakat Roma özel hukukunu
etkileyen en önemli gelişmeler Roma toplumunun giderek genişlemesi, ticari
ilişkilerin artması ve ihtiyaçların da aynı doğrultuda çoğalması oldu. Artan
ihtiyaçlar hukuku da değişmeye ve gelişmeye zorladı. Böylece Roma Hukuku,
özellikle praetorların ve klasik dönem hukukçularının faaliyetleri sonucunda
giderek gelişti. Fakat belli bir dönemden sonra Helen Kültürü ve hukukun
etkisiyle bozulmaya başladı. İmparator Iustinianus tahta çıktığında Roma
Hukuku, aslından bir hayli uzaklaşmıştı.
Iustinianus, gerçek Roma
hukukunu yeniden hayata geçirebilmek için kolları sıvadı. Bu amaçla, klasik
dönem hukukunu derledi ve Corpus Iuris Civilis adı verilen eseri meydana
getirdi. Bu dönem, roma hukuku açısından bir canlanma dönemiydi. Fakat bu da
uzun sürmedi. Iustinianusun ölümüyle birlikte tekrar bir bozulma ve yozlaşma başladı.
Roma hukuku iki şekilde tasnif edilmiştir. İlki 5 bölüme ayrılmıştır. Bunlar
eski hukuk, klasik öncesi hukuk, klasik hukuk, klasik sonrası hukuk ve
iustinianus dönemi hukukudur. İkincisi ise 4 kısımdadır. Krallık dönemi, Cumhuriyet
dönemi, ilk imparatorluk ve son imparatorluktur.
Biz ilk tasnife göre
konuları inceliyoruz.
Roma Hukukunun Iustinianus’tan Sonraki
Gelişimi ve Modern Hukuklara Etkisi
Iustinianus’tan sonra Roma
Hukuku tekrar bir gerileme dönemine girmiştir. Daha sonra ise canlandırılmaya
çalışılmıştır. Bunun nedeni ticari ilişkilerin gelişmesi ve mahalli hukukların
bu gelişmelerden doğan ihtiyaçlara cevap verememesidir. Helen Kültürünün etkisi
ile yozlaşan roma hukuku ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap veremez niteliğe
gelmeye başlamıştı. Ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar Avrupa memleketlerinin tekrar
Roma Hukukuna yönelmesine neden olmuştur.
I. Skolastik Doktrin: Çalışma metodlarının skolastik metot, yani Ortaçağ
metodu olması nedeniyle bu isimle anılır. Bu doktrin en önemli özelliği
bazı eserleri ve doktrinleri tartışılmaz bir dogma olarak kabul etmesidir.
Felsefe alanında Aristo, Hukuk alanında Corpus Iuris Civilis ve ilahiyat
alanında Tevrat ile İncil tartışılmaz bir biçimde kabul temel eser olarak
görülmüştür.
a) GLOSSATOR’LAR:
Glossator’lar, Corpus Iuris Civilis’i bir dogma olarak kabul ettikleri için
sadece teorik açıklamalar yapıyorlardı. Bu dönemde Roma Hukuku alanında
araştırmalar yapan ve dersler veren hukuk hocalarının metodu, Corpus Iuris
Civilis’e glossalar (şerhler) yazmak şeklindeydi. Bu şerhler metin kenarlarına
ya da satır aralarına yazılıyor ve bu yolla Corpuss Iuris Cİvilis’te geçen her
kavram tek tek açıklanıyordu. 13. yüzyılda öyle bir noktaya gelindi ki artık
açıklanacak konu kalmadığı için yapılan tüm çalışmalar bir kitapta (Glossa
Ordinaria) toplandı.
b)POSTGLOSSATOR’LAR
(COMMENTATOR’LAR): Çalışma metodları glossatorlar ile aynı idi. fakat
aralarındaki en önemli fark teorik çalışmalar ile yetinmeyip uygulamaya da
ağırlık vermeleri idi. Mevcut ihtiyaçları karşılayacak şekilde şerh verirken
örf ve adet hukukunu da göz önüne aldılar. Postglossatorlar Roma hukuku kendi
dönemlerinde uygulanabilir kılmaya çalıştılar.
Glossatorlar ve Postglossatorlar
tüm faaliyetlerini Bologna şehrinde (İtalya) yürüttükleri için bu şehir cazibe
merkezi haline gelmiştir.
Roma Hukukun Müşterek Hukuk olarak Kabulü
ve Kanunlaştırma Hareketlerine Etkisi
13. yüzyıldan itibaren Roma Hukuku, başta
İtalya olmak üzere, Fransa, İspanya, Hollanda ve birçok Avrupa ülkesinde
benimsenmeye başladı. Şöyle ki hakim önüne gelen bir olayda kendi ülkesinin örf
ve adetlerinden yada milli kanunlarından yararlanıyor eğer hüküm bulamıyorsa
müşterek hukuk olarak kabul gören Roma Hukuku uygulanıyordu. Roma Hukukunun bu
şekilde Avrupa memleketleri tarafından benimsenip uygulamaya konulmasına “Roma
Hukuku’nun iktibası” denir.
Almanya Roma hukuku en geç iktibas eden ve
fakat en hızlı benimseyen ülkedir. Çünkü Alman kralları kendilerini Roma
Krallarının varisi olarak görmekte ve bu nedenle de Roma Hukuku uygulamayı
gönülde istemekteydiler.
ROMA HUKUKUN KAYNAKLARI
a)Yaratıcı Kaynaklar: Hukuk kuralı koyan makamlardır. Misal TBMM gibi
b)Yürürlük Kaynağı: kuralların büründüğü şekildir. Misal kanunlar gibi.
c)Bilgi Kaynağı: Belli dönemde, belli topluma uygulanan hukuk hakkında
bilgi veren kaynaktır.
Her dönem için ayrı ayrı değerlendirilmesi uygundur.
1-Krallık Dönemi
Yaratıcı kaynak 1: KRAL
|
Yürürlük Kaynak 1: KANUN
|
Yaratıcı Kaynak 2: HALK
|
Yürürlük Kaynak 2: ÖRF-ADET
|
Yaratıcı Kaynak 3:
Rahip Hukuk
|
Yürürlük Kaynak 3:
Emir-Yorum-Cevap
|
Bu dönemde salt olarak kanun yapma yetkisi kraldadır. Dolayısıyla yaratıcı
kaynak ilk olarak kraldır. Bunun yanında Rahipler de yorum, cevap ve emirleri
ile hukuk kuralı koymaktaydı. Bu nedenle rahipler yaratıcı kaynak, onların
yürürlük kaynağı ise emir yorum ve cevaplarıdır.
2-Cumhuriyet Dönemi
Yaratıcı kaynak 1: Halk Meclisi
|
Yürürlük Kaynak 1: KANUN
|
Yaratıcı Kaynak 2:
Praetorlar
|
Yürürlük Kaynak 2:
Edictum
|
En önemli yaratıcı kaynak halk meclisleriydi. Çünkü kanun yapma yetkisi bu
dönemde Halk meclislerine verilmişti ve fakat preetorların yayınladıkları
(edictum)lar da hukuk kuralıdır ve bunlar da yaratıcı kaynak olarak
değerlendirilir.
3-İlk imparatorluk Dönemi
Yaratıcı kaynak 1: Halk Meclisi
|
Yürürlük Kaynak 1: KANUN
|
Yaratıcı Kaynak 2:
SENATUS
|
Yürürlük Kaynak 2:
Consultum
|
Yaratıcı Kaynak 3:
Pirinceps
|
Yürürlük Kaynağı 3:
Emirnameler
|
4-Son İmparatorluk Dönemi
Kanun yapma yetkisi salt olarak
imparatordadır. Bu nedenle yaratıcı kaynak imparatordur. Yürürlük kaynağı da
imparatorun emirnameleridir.
Roma Hukukun Bilgi Kaynakları
Iustinianus’tan önceki bilgi kaynakları
çok azdır. Gaius’un Institutiones adlı eseri en önemlileridir. En geniş bilgiye
ise Iustinionus’un Corpus Iuris Civilis adlı eseri vermektedir.
Romalıların Hukuk Anlayışı
Bütün eski devlet ve toplumlarda olduğu
gibi Roma da da hukuk ile din kuralları iç içe doğmuştur. Ancak Romalılar
zamanla mümkün olduğu sürece hukuk kuralları ile din kurallarını ayırmaya
çalışmışlardır. Hıristiyanlığın kabul edilmesi ile birlikte bile din kuralları
salt olarak hukuk kuralı olarak uygulanmamıştır.
Roma Hukukun Tasnifi
Günümüze kadar ulaşan en önemli tasnif
özel hukuk-Kamu hukuku ayrımıdır. Bunun yanında farklı açılardan da
tasniflerden yararlanılmıştır.
IUS PUBLICUM (Kamu hukuku)-IUS PRİVATUM
(Özel Hukuk) AYRIMI
İlk defa Romalılar tarafından ortaya
çıkarılan bu ayrım, günümüzde bile geçerliliğini korumaktadır. Ancak ayrım
kıstasları yeterince açık değildir.
Genel olarak kamu hukuku devlet yapısını,
işleyişini, devletin üstün gücünü düzenleyen kurallar bütünüdür.
Özel Hukuk ise daha çok kişilerin
birbirleriyle olan ilişkilerini, eşitlik ilkesi uyarınca düzenleyen
kurallardır. Böyle olmakla birlikte günümüzde artık çoğu hukuk dalı her ikisine
birden girmekte ve bu nedenle pratik de artık karma hukuk oluştuğundan bahsedilmektedir.
Ancak bu günümüz için geçerli olup, ilkel şartlarda bulunan Roma için geçerli
değil o dönemki ihtiyaçlara bu ayrım fazlasıyla cevap vermekteydi.
IUS CİVİLE – IUS GENTİUM
Vatandaş hukuku - Yabancı Hukuk
Ius Civile yalnızca Romalılara uygulanan
hukuktu. Ius Gentium ise yabancılar hukukuydu. Ancak bu hukuk yabancıların
birbirleriyle olan ilişkilerini değil de Roma vatandaşları ile olan
ilişkilerini düzenlemekteydi. Ancak tüm yabancılar Ius Gentium’dan
yararlanamıyordu. Pereginus adı verilen yabancılar yararlanmaktaydı.
IUS CİVİLE-IUS PRAETORIUM
Ius civile kanun yapmaya yetkili makamlar
tarafından konulmuş hukuk kurallarıdır. Oysa Ius Praetorıum lar praetor adı
verilen magistralıkların koymuş oldukları kurallardan oluşmaktadır.
IUS CİVİLE-IUS HONORARİUM
Roma’da praetorların dışında, öteki
magistralıklarda kendi faaliyet alanları ile ilgili kurallar koymuşlardır.
İşte, başta praetorlar olmak üzere tüm magistralıkların koydukları kurallardan
oluşan hukuka genel olarak Ius Honorarıum denir. Ius praetorirum ise sadece
praetor adındaki magistralıkların koydukları kurallardır. Yani Honorarium her
şeyi içine alır.
IUS CİVİLE-IUS NATURALE
Mevzu hukuk-Tabi Hukuk
Ius Civile yürürlükte bulunan hukuk iken Ius Naturale ise vaad edilmiş
hukuktur. Romalılar tabi hukuku kabul etmişler ve buna göre mevzu hukuklarını
buna yaklaştırmaya çalışmışlardır. Tabi hukukun ne olduğu belli değildir. Ancak
mevzuu hukuka ulaşmaya çalışır.
HUKUKUN KAVRAMLARI
Ius (Hak-Hukuk): Hak hukuk düzeni tarafından korunan menfaattir. (Jhering),
Hak hukuk düzeninin kişilere tanıdığı irade yada irade kudretidir.
(Windscheld), Hak bireyin hukuk düzenince korunan menfaatlerinin korunmasına,
geliştirilmesine ilişkin irade kudretidir. (Karma)
Hangi görüş kabul edilirse edilsin bir hakkın varlığından söz edebilmek
için bu hakkın hukuk düzenince tanınması gerekir. Hak kavramının
subjektif(enfusi) ve objektif (afaki) iki anlamı vardır.
Subjektif olarak hak kavramının anlamı; bir kimsenin kanunen bazı şeyleri
yapabilme yada bazı yetkileri kullanabilmesi demektir.
Subjektif hakları tarif eden, himaye eden kurallar objektif hak yani hukuk
adını alır. Subjektif hak : hak, objektif hak : hukuk
Türkçe’de her iki kavram farklı isimlendirilmiştir. Oysa Avrupa ülkelerinde
ve tarihte Roma’da başlarına objektif ve subjektif kavramı getirilerek hak ve
hukuk olarak nitelendirilmişlerdir.
Hak Çeşitleri
Haklar çok değişik açılardan sınıflandırılabilir. Romalılar hakları
ayni-şahsi hak olarak sınıflandırmışlar ve bu yaptıkları ayrım günümüze kadar
geçerliliğini korumuştur. Ancak günümüzde mutlak hak-nisbi hak olarak
adlandırılmışlardır.
1-Mutlak Haklar: Herkese karşı ileri sürülebilen, herkesçe ihlal edilebilen, hak hak
sahibine hakka konu olan varlık üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet kurma
yetkisi veren haklara mutlak haklar denir. Mutlak haklar uyuyan haklardır.
Kişiler tarafından ihlal edilmediği sürece ileri sürülemez. Mutlak hakların en
önemlisi ayni hak, ayni hakların en önemlisi de mülkiyet hakkıdır. Ayni haklar
maddi mallar ve maddi olmayan mallar üzerinde ileri sürelebilir.
Mülkiyet hakkı mal üzerinde en geniş yetkiler veren ayni haktır. Hak
sahibine malı üzerinde yararlanma, tasarruf sağlama gibi yetkiler verir. Mutlak
haklarda numerus clauses (sınırlı sayı) ilkesi geçerlidir. Yani mutlak
haklar sınırlıdır. Taraflar diledikleri gibi mutlak hak tesis edemezler. Roma
hukukunda ayni hak kavramı bilinmekle birlikte mutlak hak kavramına
ulaşılamamıştır.
2-Nisbi Haklar: Belli bir şahsa ileri sürülebilen ve ancak bu şahıs tarafından ihlal edilebilen haklara Roma Hukukunda şahsi hak denilmiştir. Günümüzde şahsiyet hakları ile karıştığı için nisbi hak kavramı tercih edilmiştir.
2-Nisbi Haklar: Belli bir şahsa ileri sürülebilen ve ancak bu şahıs tarafından ihlal edilebilen haklara Roma Hukukunda şahsi hak denilmiştir. Günümüzde şahsiyet hakları ile karıştığı için nisbi hak kavramı tercih edilmiştir.
Nisbi haklar yalnızca
hukuki ilişkinin tarafları arasında (interpartes) hüküm ve sonuç doğurur.
Mutlak haklar herkese karşı ileri sürülebilirken ve herkes tarafından ihlal
edilebilen nisbi haklar yalnızca sözleşme tarafları tarafından ihlal
edilebilirler. Bu nedenle 3. kişilere karşı ileri sürülemezler.
Bugünkü hukukta (numerus
clausus) yani sınırlı nisbi hak geçerli değildir. Sözleşme serbestisi kuralı
uyarınca taraflar yeni nisbi haklar yaratabilirler. Ancak Roma’da durum
farklıdır. Taraflar Ius Cİvile’nin kabul ettiği sözleşmeleri yapabiliyorlardı.
Dolayısıyla sınırlıydılar. Ius Civilenin öngörmediği sözleşmeler ancak
praetorlar tarafından kabul edilirse yeni nisbi haklar oluşurdu.
ACTIO (DAVA)
Bir kimsenin hakkını adli makamlar önünde
talep edebilme yetkisine denir. Hak ile dava arasında sıkı bağ vardır. Çünkü
hakları dava yolu ile koruruz. Günümüzde kişi hakkını ancak dava ile elde
edebilir. Keza ihkakı hak yasaktır. Hakkı ihlal edildiğini düşünen mahkemeye
dilekçe vererek dava açacaktır. Ancak Roma hukukunda bu husus farklı idi. Şöyle
ki;
Her hak için ayrı dava öngörülmüştür. Bu
nedenle hak korunmaya yönelik bir dava yoksa hakta yoktur. Hakkın varlığı,
davaya bağlıdır. Bu nedenle Roma hukukunda hak ile dava daha sıkı birbirine
bağlıdır. Bunun yanında Roma Hukukunda dava açma yetkisi praetorlar tarafından
tanınması gerekli idi. Kişi hakkının ihlal edildiğini düşünüyorsa dava etmek
için praetorlara başvuruyor ve o dava hakkı tanırsa dava söz konusu oluyordu ve
dolayısıyla da hak söz konusu oluyordu. Praetor dava yetkisi vermekte tamamen
serbestti. Dilerse verir dilerse vermezdi. Praetor dava hakkı tanırsa, müracaat
eden kişi actor (davacı), karşı taraf (reus) davalı olurdu. Roma
hukuku actio(davalar) sistemi olarak gelişmiştir. Çünkü dava varsa hak vardır
ve dava açabilmek için praetorların izni gerekli idi.
HAKLARIN KAZANILMASI VE KAYBEDİLMESİ
Hakkın belli bir kişiye bağlanmasına hakkın iktisabı kazanılması denir.
Hakların kazanılması 3 yolla olur.
Hakların Kazanılması
1-Aslen İktisap: Eğer hak sahibi hakkı
bir başkası ile herhangi bir hukuki ilişki içine girmeden, doğrudan doğruya
kazanıyorsa aslen iktisap etmiş olur. Aslen iktisapta da çoğu zaman mal
üzerinde daha önce kurulmuş bir hak mevcut değildir. Bazen de mal üzerinde daha
önceden tesis edilmiş bir mülkiyet hakkı mevcuttur. Fakat bu hak sona ermiş ve
mal sahipsiz mal haline gelmiştir. (Res nullius) Bu tür mallar, bulan
kişinin mülkiyetine dahil olurlar. Taşınır ise ihraz, taşınmaz ise işgal yolu
ile aslen iktisap edilirler. Kazandırıcı zamanaşımı (usucapuio) yolu ile
kazanılan haklar da aslen kazanılmış sayılır.
2-Devren İktisap: Başkasına ait olan bir
hakkı, herhangi bir hukuki sebebe dayanarak hak sahibi ile kurulan bir hukuki
ilişki sonucunda devren kazanmaya denir. Hakkı devreden selef (auctor),
devralan kişi halef ise (successor) denir. Aralarındaki halefiyet
ilişkisine ise (successio) denir.
Halefiyet külli ve cüzi olmak üzere iki türlüdür. Külli halefiyet, tek bir
hukuki işlem ile bir malvarlığın tamamının geçişidir. Roma hukukunda adrogatio
denen evlat edinme işlemi bu şekildedir.
Cüzi halefiyet ise, bir
hukuki işlem ile tek bir hakkın devredilmesi halinde söz konusu olur. Misal
satım sözleşmesi ile bir mülkiyet hakkının bir başkasına geçmesi gibi. Devren
iktisap nakledici ve inşai devren iktisap olarak ikiye ayrılır. Hak bulunduğu
şekliyle hiçbir değişikliğe uğramaksızın devralana intikal ederse nakledilmiş
olur. Bir hakka dayanılarak yeni bir hak tesis edilirse inşai devren iktisabdan
bahsedilir.
3-Miras Yoluyla İktisap: Bir hakkın yada
mamelekin muristen mirasçılara intikal etmesine miras yoluyla iktisap denir.
Miras yoluyla iktisap genellikle külli halefiyet şeklinde ortaya çıkar. Roma
hukukunda miras yolu ile iktisap, devren iktisabın bir türü olarak
nitelendirilmiştir.
Hakların Kaybedilmesi
Bir hakkın hak sahibinden ayrılmasına hakların kaybedilmesi denir.
1-Devir: hak sahibi hakkın bir başkasına
devredebilir. Bu durumda hak eski sahibinden ayrılır yeni sahibine geçer.
Örneğin satılan malın mülkiyetinin devredilmesi gibi.
2-Yok Olma: Hakka konu olan şey yok olabilir. Kitabın
yakılması, taşınmazın afet sonucu yok olması gibi.
3-Terk: Hak sahibi hakkını, bir başkasına
devretmeksizin kendi iradesiyle sona erdirmek isteyebilir. Bu da terktir.
Örneğin okunan bir gazetenin çöpe atılması gibi.
4-Terkin ve Kamulaştırma: Taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkı kural
olarak tescille kazanılır, terkinle sona erer. Kamulaştırma da taşınmaz
mülkiyetini sona erdirir.
5-Kazandırıcı Zamanaşımı: Hakkın kaybı sonucunu
doğuran bir diğer hal de kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisaptır. Malikin
iradesine gerek olmaksızın şartlar oluşursa mülkiyet hakkını kazanmaktadır.
6-İyiniyetle İktisap: Eğer mal malikin
elinden rızası ile çıkmış ve malı elinde bulunduran kişi onu iyiniyetli olarak
3. kişiye devretmişse, 3. kişi malik olur. eski malik mülkiyet hakkını
kaybeder.
HUKUKİ İŞLEM KAVRAMI
Hukuk düzeninin öngördüğü sınırlar içinde,
gerektiğinde diğer ek kurucu unsurlarla beraber, hukuki sonuçlar doğurmaya
yönelmiş, bir yada daha fazla kişinin irade açıklamalarından oluşan hukuki bir
olgudur.
Hukuki işlemin
kurulabilmesi için gerekli olan unsurlara kurucu unsurlar denir. Kurucu
unsurlar irade açıklaması ve irade açıklamasının kabulü (hukuki sonuç)tur. Eğer
bir hukuki işlemin kurucu unsurlarından biri eksikse o işlem yoktur.
Hukuki işlemin kurulmuş
olması yetmez, aynı zamanda geçerli ve hükümlerini doğurması gerekir. İşte
Hukuki işlemin geçerli olarak kurulmasını sağlayan unsurlara geçerlilik
unsurları denir. Bu unsurlar, hukuki işlemin hukuka, ahlaka, kamu düzenine,
şekil şartlarına, ehliyet şartına bakılarak bulunur. Geçerlilik unsurlarından
biri eksik olan bir hukuki işlem kurulmuş sayılır ve fakat geçerli değildir.
Ölü doğmuştur. Bu nedenle hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Sonradan geçerli hale
gelemez.
Kurucu ve geçerlilik
unsurları tam olan, hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurması için daha başka
şartların gerçekleşmesi de gerekebilir. Geçerli olan hukuki işlemin hüküm ve
sonuç doğurabilmesi için aranan bu şartlara ve unsurlara etkinlik unsuru denir.
Örneğin, küçüğün tek başına yaptığı işlemin hüküm ve sonuç doğurması için
velisinin onayı (icazeti) aranır. Eğer icazet varsa hüküm ve sonuç doğurur.
Burada hukuki işlem geçerli olarak kurulmuştur ve fakat hüküm ve sonuç
doğurması etkinlik unsurunun gerçekleşmesine bağlıdır.
Bir hukuki işlemin geçerli
bir biçimde kurulabilmesi için en başka irade beyanı ve kabul (icap+kabul)
gerekir.
Roma da hukuki işlem
kavramına bu şekilde rastlanmamaktadır. Kaynaklarda “nogotium” kavramı
bulunmakta ancak bu kavram hukuki işlemden çok, iş ve faaliyet alanında
kullanılmaktadır. Romalı hukukçular, bir hukuki işlem teorisi geliştirip
sistemleştirmedikleri halde tek tek hukuki işlemlerin neler olduğunu ve
bunların geçerlilik şartlarını tespit etmişlerdir. Bu durum, Romalı
hukukçuların teoriden çok pratik hukuka önem vermelerinden kaynaklanmaktadır.
HUKUKİ İŞLEM ÇEŞİTLERİ
A) İRADE BEYANININ ŞEKİL BAKIMINDAN HUKUKİ İŞLEMLER
“şekle tabi olan ve şekle tabi olmayan hukuki işlemler” olarak iki grupta
toplanırlar.
Bugünkü hukukumuzda ilke
şekil serbestisi, istisna ise şekil mecburiyetidir. Kural olarak bir hukuki
işlemin geçerli olabilmesi için iradenin belli bir şekilde beyan edilme
mecburiyeti yoktur. Taraflar diledikleri gibi iradelerini ortaya koyabilirler.
Ancak bazı hukuki işlemler için şekil mecburiyeti kanun koyucu tarafından
öngörülmüştür. Taşınmaz satımı resmi şekle tabidir.
Roma hukukunda ise şekil
mecburiyeti ilkesi geçerlidir. Ius Civile’ye göre bir hukuki işlemin geçerli
olabilmesi için mutlaka belli şekillerde yapılması gerekiyordu. Romalılar,
özellikle sözlü şekle büyük önem vermişlerdir. Kalıplaşmış bazı sözlerin hukuki
işlem kurulurken söylenmesi şarttı. Yanlış söylenir, unutulursa hukuki işlem
bambaşka bir boyut kazanabilirdi. Roma Hukukunda şekle bağlı olmayan hukuki
işlemler çok azdı. Praetorlar, Ius Civile’yi yumuşattıkları için bazı işlemler
şekle tabi olmaktan zamanla çıkabilmiştir.
B) İVAZLI OLUP OLMAMASINA GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER
Hukuki işlemler karşılıklı
olup olmamasına göre “ivazlı (karşılıklı)- ivazsız (karşılıksız) hukuki
işlemler” olarak ayrılırlar. Günümüzde hukuki işlemlerin pek çoğu ivazlıdır.
Hukuki işlem bir karşı edim mukabilinde yapılıyorsa ivazlı hukuki işlemden söz
edilir. Misal satım, kira, hizmet sözleşmeleri gibi.
Hukuki işlem yapılırken
karşı edim gözetilmiyorsa ivazsız (karşılıksız) hukuki işlemden söz edilir.
Misal bağışlama sözleşmesinde yalnızca mallarını bağışlayan kişinin bir edimi
var ve fakat karşı taraftan herhangi bir edim gözetmemektedir.
C) HÜKÜM VE SONUÇ DOĞURMAYA BAŞLADIKLARI ANA GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER
Sağlararası hukuki işlemler ve ölüme bağlı hukuki tasarruflar olarak ikiye
ayrılırlar.
Hukuki işlemler eğer kişinin sağlığında yapılıp hüküm ve sonuçlarını da
sağlığında doğuruyorsa sağlar arası hukuki işlemden söz edilir. Yapılan bir çok
hukuki işlem bu çeşittedir. Ancak birde kişinin sağlığında geçerli olarak doğan
ve fakat hüküm ve sonuçlarını kişi öldükten sonra doğuran hukuki işlemler
vardır ki bunlara ölüme bağlı tasarruf denir. Vasiyetname ve miras
sözleşmesidir buna örnektir. Ölüme bağlı tasarruflar için sınırlı sayı (numerus
clausus) ilkesi geçerlidir.
Roma hukukunda hukuki
işlemlerin pek çoğu sağlararası hukuki işlemlerdi. Fakat ölüme bağlı
tasarruflarda bilinmekteydi. Romalılar özellikle mirasçı nasbı, köle azat etme,
vasi tayini gibi konularda vasiyetname yapma yoluna gitmişlerdir.
D)KATILANLARIN SAYISINA GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER
Tek taraflı ve çok taraflı olmak üzere
ikiye ayrılırlar.
Bir hukuki işlemin
kurulabilmesi için bir kişinin iradesi yeterliyse tek taraflı hukuki işlemden
bahsedilir. Örneğin, vasiyetname, fesih, iptal, sözleşmeden dönme, işgal,
ihraz, mirasın reddi tek taraflı hukuki işlemdir. Tek taraflı hukuki
işlemlerden bazılarının karşı tarafa yöneltilmesi yani bildirilmesi gerekir.
Yöneltilen bu hukuki işlemin karşı tarafa ulaşma anı ile gerçekleşmiş sayılır.
İptal, takas, mirasın reddi, fesih karşı tarafa iletilmesi gereken tek taraflı
hukuki işlemlerdir. İhraz, işgal ve terk ise karşı tarafa yöneltilmesi
gerekmeyen tek taraflı hukuk işlemlerdir.
Bir hukuki işlemin
kurulabilmesi için karşılıklı iki irade beyanının varlığı şartsa, o halde bu
işlem çok taraflı hukuki işlemdir. Roma hukukunda sözleşmeye “contractus”
denir. Karşılıklı ve birbirine uygun iki irade beyanına ihtiyaç vardır.
Sözleşmeler tek tarafa borç yükleyebileceği gibi iki tarafa borç da
yükleyebilir. Tek tarafa borç yükleyen sözleşmeler tek taraflı hukuki
işlemlerden farklıdır. Tek tarafa borç yükleyen sözleşmeler (çok taraflı hukuki
işlemlerdir.) Tek taraflı hukuki işlemlerde karşı tarafın irade beyanına
ihtiyacı yoktur. Oysa tek tarafa borç yükleyen hukuki işlemlerde en az iki
irade beyanına ihtiyaç vardır. Tipik örnek bağışlama sözleşmesidir.
İki tarafa borç yükleyen
sözleşmeler karşılıklı (ivazlı) dır. Edimler arası karşılık (synnallagma)
ilişkisi vardır. Satım, kira, hizmet, istisna, vekalet trampa gibi
sözleşmelerdir.
E) MALVARLIĞINA YAPTIKLARI ETKİYE GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER
Bir kimsenin para ile ölçülebilen hukuki
açıdan bütünlük arzeden tüm hakları, alacakları ve borçlarından oluşan değerler
toplamına malvarlığı (mamelek) adı verilir. Roma da buna “patrimonium”
denmektedir.
Malvarlığında yaptığı etkiye göre hukuki
işlemler kazandırıcı, borçtan kurtarıcı, borçlandırıcı ve tasarruf
işlemleri olarak dörde ayrılır.
Bir kimsenin malvarlığının aktif kısmını
artıran işlemler kazandırıcı işlemlerdir. Bir kimseye bir mal bağışlanmışsa,
kabul edilen bağış ile bağışlanan açısından kazandırıcı işlem olur. Çünkü mal
varlığının aktifi artar.
İşlemi yapan kişinin malvarlığının pasif
kısmında (borçlarında) azalma olmuşsa bu hukuki işlem borçtan kurtarıcı
niteliktedir. Örneğin alacaklısı ile ibra sözleşmesi yapan borçlunun pasifi
azalmıştır. Çünkü bir borcu bitmiştir.
Hukuki işlemi yapan kişinin malvarlığının
pasif kısmını arttıran işlemlere borçlandırıcı işlemler denir. Borçlandırıcı
işlemler, borçlu ile alacaklı arasında bir borç ilişkisi kuran işlemlerdir.
Fakat borçlandırıcı işlemin yapılmasıyla borcun konusunu oluşturan hak, karşı
tarafa geçmez. Hakkın alacaklıya geçmesi için, tasarruf işleminin de yapılması
gerekir. Aynı konuda birden fazla borçlandırıcı işlem yapılabilir. Bu durumda
tasarruf işlemi hangisine yapılırsa o geçerli olur. Diğer işlem sahibi ancak tazminat
isteyebilir.
Bir hakka ya da hukuki ilişkiye doğrudan
doğruya etki eden, onu karşı tarafa geçiren, muhtevasına değiştiren, sınırlayan
yada ortadan kaldıran işlemlere tasarruf işlemi denir. Malvarlığının aktif
kısmını azaltmaktadır. Tasarruf işlemi ile ya malvarlığının aktifler
hanesindeki bir değer başkasına geçer yada bir haktan vazgeçilir. Tasarruf
işlemleri için “numerus clausus” sınırlı sayı ilkesi geçerlidir.
Taraflar ancak kanunun kabul ettiği tasarruf işlemlerini yapabilirler.
F)SEBEBE BAĞLI OLUP OLMAMALARINA GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER
Eğer bir hukuki işlemin
geçerliliği, temelinde yatan bir sebebin varlığı ve geçerliliğine bağlı ise,
sebebe bağlı hukuki işlemden söz edilir. Fakat hukuki işlemin geçerliliği için
böyle bir sebebe ihtiyaç bulunmuyorsa, o işlem sebebe bağlı olmayan (soyut)
hukuki işlemdir.
Roma Hukukunda üç türlü
sebep kabul edilmiştir. Bunlar alacak sebebi “causa credendi”¸
ifa sebebi “causa solvendi” ve bağışlama sebebi “causa
donandi”. Bugünkü hukukta ise bu üç sebep kabul edilmekle birlikte
“teminat sebebi” de eklenmiştir.
Kazandırıcı işlemler
açısından hukuki işlemlerin sebebe bağlılığı önem arz eder. Eğer bir kimse
lehine kazandırıcı işlem yapılmışsa, bu kazandırmanın bir sebebi olmalıdır.
Aksi halde sebepsiz zenginleşme davası ile kazanılan şey geri istenebilir.
Hukuki işlemin sebebe
bağlı olup olmamasının en önemli sonucu, açılacak davada kendini gösterir. Eğer
işlem sebebe bağlı ve sebep de geçerli değilse, geçersiz sebebe dayanılarak
yapılan kazandırıcı işlem de geçersiz olacağından, hak karşı tarafa intikal
etmez. Hakkı devreden kişi hak sahibi olmaya devam eder. Bu durumda, verdiği
şeyleri geri alabilmek için genellikle bir istihkak davası açılır. İstihkak
davası “re vindicatio” malın zilyetliğini kaybetmiş olan
malik tarafından, mülkiyeti kazanamamış olmakla beraber, zilyet olan kişi
aleyhine açılan davadır.
Roma hukukunda “stipulatio”
olan soyut ve sözlü olan bir akit vardır. Bu sebebe bağlı olmayan
hukuki işlemler için kabul edilmiştir.
HUKUKİ İŞLEMLERİN GENEL ŞARTLARI
Bir hukuki işlemin kurulabilmesi ve geçerli olabilmesi için belli şartların
oluşmuş olması gerekir.
a.
Ehliyet: bir kimsenin geçerli bir biçimde hukuki
işlem yapabilmesi için öncelikle ehliyet sahibi olması gerekir. Hak ehliyeti,
kişinin hak sahibi olabilmesi ve borç altına girebilmesi demektir. Hak
ehliyetine sahip olanlar hukuk dilinde kişi olarak anılır. Bugünkü hukukumuzda
herkes, tam ve sağ doğmak şartıyla hak ehliyetine sahiptir. Hak ehliyeti olması
hukuki işlem için yeterli değildir. Hukuki işlem ehliyeti, kişinin kendi fiil
ve iradesiyle geçerli bir biçimde hukuki işlemler yapabilmesi, haklar
edinebilmesi ve borç altına girebilmesi demektir. Bunun için de kişinin, kural
olarak belli bir yaşı tamamlaması, ayırt etme gücüne sahip olması, ve kısıtlı
olmaması gerekir.
b.
Hukuki İşlem Yapma İradesi: Hukuki işlemin kurucu
unsuru irade açıklamasıdır. İrade açıklaması yoksa hukuki işlem yoktur. İrade
açıklaması kişinin iç dünyasındaki duygu ve düşünceleridir. Bunların açığa
vurulması gerekir. Sarih (açık) ve zımni (kapalı) olarak irade açıklaması hukuki
işlemi başlatabilir. Hukuki işlemin geçerli olabilmesi için açıklanan irade
beyanı sağlıklı bir biçimde oluşmalıdır.
c.
İrade ile Beyanın Birbirine Uygun olması ve İradede
bozukluk olmaması:
Hukuki işlemin geçerli olabilmesi için gerekli olan şartlardan biri de
irade ile beyanın birbirine uygun olmasıdır. Şayet bir kimse televizyon satın
almak isterken buzdolabı almışsa bu hukuki işlem geçerli olacak mıdır sorusu
tartışmalıdır.
C1- İrade ile Beyan Arasında Bilerek Meydana
Getirilen Uygunsuzluklar
Hukuki işlemin taraflarından sadece bir
tanesi, iradesiyle beyanı arasında bilerek ve isteyerek uygunsuzluğa sebep
olursa tek taraflı uygunsuzluktan bahsedilir. Tek taraflı uygunsuzluklar, “latife(şaka)
beyanı” ve “zihni kayıttan” ibarettir.
Latife (şaka beyanı): Latife beyanında beyanda bulunan kişinin beyanı ciddi
değildir. Şaka olsun diye, övünmek, eğlenmek gibi amaçlarla söylenmiştir.
Örneğin bir öğrencinin başka bir öğrenciye sınıfta elimi öpersen ölene kadar
sana her gün 1 tl vereceğim demesi gibi. Şaka beyanında beyan sahibi, yapmış
olduğu beyanın muhatap tarafından şaka beyanı olarak anlaşılabileceği
düşüncesiyle hareket etmektedir. Böyle bir beyanın bağlayıcı olup olmadığını
tespit edebilmek için muhatabın durumuna bakılır. Eğer muhatap bu beyanın şaka beyanı
olduğunu biliyor ya da bilmesi muhtemel ise, beyan sahibi beyanıyla bağlı
değildir. Ancak eğer şaka olduğunu bilmiyor ve şaka beyanı olduğu
anlaşılmıyorsa işte o zaman hukuki işlem geçerli olarak kurulmuştur. Ancak
beyan sahibi bunu “hata” hükümlerine müracaat ederek çözer. Roma
hukukunda başlangıçta kişilerin beyan ettikleri iradelerine bakılıyor, gerçek
irade önemsenmiyordu. Bu nedenle şaka beyanı kavramı yoktu. Ancak praetorlar bu
kavramı hem Roma’ya hem de Dünya hukukuna armağan etmişlerdir.
Zihni Kayıt – “reservatio mentalis”: beyan sahibinin iradesi
ile beyanı birbirine uygun değildir. Beyan sahibi bilerek ve isteyerek gerçek
iradesinden farklı bir beyanda bulunmuştur. Şaka beyanından farkı ise burada ki
beyan sahibi ciddi bir şekilde beyanda bulunmaktadır. Fakat böyle bir işlemi
zihninde yapmak istememektedir. Zihni kayıt halinde de latife beyanındaki
kurallar uygulanır. Eğer muhatap, beyan sahibinin bağlanmak niyetinde
olmadığını biliyor yada bilmesi muhtemel ise hukuki işlem kurulmuş olmaz. Ancak
kişi kendinden
beklenen özen ve dikkati yerine getirmesine rağmen karşısındakinin
bağlanmak niyetinde olmadığını anlayamıyor yada anlayamaz halde ise işte o
zaman hukuki işlem geçerli olarak kurulmuş olur.
Zihni kayıtla ilgili açıklamalar hem bugün ve hem de Roma Hukukunda geçerli
idi.
Hukuki işlemin
taraflarından her ikisinin de iradeleri ile beyanları arasında bilerek ve
isteyerek uygunsuzluk var ise iki taraflı uygunsuzluktan bahsedilir. (muvazaa)
Taraflar aralarında
anlaşarak 3. şahısları aldatmak maksadıyla, gerçekte yapmak istemedikleri bir
hukuki işlemi yapıyormuş gibi hareket etmelerine “similatio” “muvazaa”
denir.
Muvazaa; mutlak ve nisbi
olarak iki türlüdür. Mutlak muvazaa: taraflar aslında hiçbir işlem yapmak
istemedikleri halde sırf 3. kişileri aldatmak amacıyla hukuki işlem yapıyormuş
gibi hareket ederlerse söz konusu olur. örneğin, mallarının haciz edilmesinden
korkan borçlunun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla, bir arkadaşı ile anlaşarak
göstermelik bir satım sözleşmesi yapması hali gibi… Mutlak muvazaa ile yapılan
sözleşmeler geçerli değildir. Çünkü taraf iradeleri arasında tamamen bir
uygunsuzluk vardır.
Nispi muvazaa; taraflar,
aslında bir hukuki işlem yapmak istemekte fakat bu işlemin 3. kişiler
tarafından farklı bir şekilde anlaşılmasını arzu etmektedirler. Bu iki
türlüdür. Bunlardan ilki taraflar aslında gerçekte yapmak istedikleri fakat 3.
kişilerden gizledikleri işlemlerdir ki buna gizli işlem denir. İkincisi ise 3.
kişileri aldatmak amacıyla yapıyormuş gibi göründükleri görünürdeki
işlemlerdir. Örneğin büyük oğluna tarla bağışlamak isteyen bir babanın, diğer
çocuklarının tepkisinden çekindiği için, büyük oğlu ile anlaşarak sanki bir
satım sözleşmesi yapmış gibi hareket etmesi halinde. Aslında bağış sözleşmesi
yapılmak isteniyor ancak 3. kişileri aldatmak için satım sözleşmesi olarak
gösteriliyor. Nispi muvazaada görünürdeki işlem tarafların gerçek iradelerine
uygun olmadığı için geçerli değildir. Yani yok hükmündedir.
Nispi muvazaada gizli
işlem geçerli gibi gözükmektedir. Çünkü burada tarafların iradeleri
birbirlerine uyuşmaktadır. Hukukumuzda hukuki işlemin kurucu unsuru taraf
iradelerinin uyuşmasıdır. Gizli işlemi yapan tarafların da iradeleri karşılıklı
ve birbirine uygundur. Böyle olmakla beraber gizli işlem için belli bir
geçerlilik şartı (şekil) varsa o da yerine getirildiği takdirde geçerli olur.
Yukarıdaki misalde gizli işlem olan bağış sözleşmesi geçersiz olacaktır. Çünkü
taşınmazın bağışlaması tapu kütüğünde resmi olarak yapılmasıyla olur. Ancak
3.kişileri aldatma niyetinde olan baba ile oğul tapuda satış sözleşmesi gibi
göstereceğinden geçersizdir. Şayet örnekte taşınmaz mal yerine, taşınır olan
bir kol saati söz konusu olsaydı burada gizli işlem geçerli olacaktı.
Görünürdeki işlem olan satım sözleşmesi geçersiz olmakla birlikte gizli işlem
olan bağış sözleşmesi taşınır malın teslimi ile geçerli olacaktır.
C2- İrade ile Beyan Arasında Bilmeden Meydana
gelen Uygunsuzluklar = Hata
İrade ile beyan arasında
bilmeden, istemeden uygunsuzluk meydana gelmesi halidir. Bu tür uygunsuzluklar
genellikle dalgınlıktan, dil sürçmesinden, yabancı telaffuzdan, istemeden
kaynaklanmaktadır. Hata halinde irade sağlıklı bir biçimde oluşmuştur fakat dış
dünyaya bildirimi açıklanırken hataya düşülmüştür.
Hataya düşenin mi muhatabın mı korunacağı
hususu “menfaatlerin dengesi ilkesi” ile çözüm bulur. Roma
hukukunda başlangıçta gerçek iradeye önem verilmemiş tarafların beyanına önem
verilmiş idi. Ancak rızai sözleşme kavramı kabul edildikten sonra
(consensus) yani rızaların uyuşması aranmaya başladıktan sonra
menfaatlerin dengesi ilkesi uygulanmıştır.
Bugünkü hukukumuzda da menfaatler
dengesine uygun bir çözüme ulaşabilmek için değişik hata türleri birbirinden
ayrılmıştır. Öncelikle, esaslı hata-esaslı olmayan hata türleri birbirinden
ayrılmıştır. Esaslı hata halinde hataya düşenin sözleşmeyi iptal edebileceği
kabul edilmiştir. Esaslı olmayan hata hallerinde ise hataya düşene akdi iptal
yetkisi tanınmamıştır.
Esaslı hata; subjektif görüşe göre, hata
eden kişinin gerçek durumu bilseydi yapmayacağı hatadır. Objektif görüşe
göre; hata eden kişinin düşünceleri önem taşımaz. O iş çevresindeki anlayışlar
ve uygulamalar dikkate alınarak makul bir değerlendirme yapılmalı ve buna göre
hatanın esaslı olup olmadığı tespit edilmelidir.Pratik ve teorik olarak her iki
görüşün birlikte uygulanması doğru olacaktır.
Hukuki İşlemin Mahiyetinde (niteliğinde)
Hata “error in negotio”: Bu hata esaslı hata sayılır. Belli bir
hukuki işlem için irade beyanı yapılacakken yanlışlıkla başka bir hukuki işlem
için irade beyanında bulunulmuştur. Satım sözleşmesi yapmak isterken bağışlama
yapılması gibi. Türk hukukunda hukuki işlemin mahiyetinde hata her zaman esaslı
hata sayılmış ve hataya düşenin hukuki işlemi iptal edeceği kabul edilmiştir.
Hukuki İşlemin Konusunda (eşyanın aynında)
Hata “error in corpere” : Hataya düşen kişinin gerçekte istediği
şeyden başka bir şey için irade beyanında bulunmuşsa, hukuki işlemin konusunda
hataya düşmüştür. Televizyon almak isteyen kişinin kilim alması gibi. Her zaman
esaslı hata sayılmış ve hataya düşenin hukuki işlemi iptal edeceği kabul
edilmiştir.
Karşı Tarafın şahsında (kimliğinde) Hata “eror
in persona”: Beyanda bulunan kişi muhatabın kimliğinde yanılgıya düşmüşse karşı tarafın
şahsında hata sayılır. Örneğin A’ya kiraya vermek isteyen K, yanlışlıkla A
sandığı B’ye kiraya vermişse durum böyledir. Şahısta hata her zaman esaslı hata
olmaz. Karşı tarafın kimliği önem taşıyorsa bu hata esaslı hatadır. Misal
güvene dayanan sözleşmeler. Yine bağışlama ve ödünç sözleşmelerinde karşı
tarafın kimliği önem taşır. Buna karşılık karşı tarafın kimliği önem arz
etmiyorsa bu hata esaslı hata değildir. Karşı tarafın niteliğinde hataya
düşülmüşse bu vasıflı hata sayılır.
Edim Yada Karşı Edimin Miktarında Düşülen
Hata “ error in quantitate”: Hataya düşen kişinin borçlandığı edim
miktarı düşündüğünden önemli ölçüde çok yada karşı tarafın edimi önemli ölçüde
az ise hata esaslı hata sayılır. Aradaki farkın çok yada az oluşuna somut
olayın özelliklerine göre hakim karar verir.
Vasıfta Hata “error in
qualitate-error in subsantantia”: Bir kimseyi belli bir davranışta
bulunmaya sevk eden temel düşüncelere “saik” adı verilir. Kişiler hukuki işlem
yaparken değişik Saiklerin etkisiyle hareket ederler. Kar etmek, gösteriş
yapmak, ihtiyacını gidermek gibi. Hukuk düzeni, hukuki işlemin saikini dikkate
almaz. Saik hatası kural olarak dikkate alınmamış olmakla birlikte eğer hata
eden bir temel hatasına düşmüşse, bu hatanın esaslı olması halinde hata edene
sözleşmeyi iptal etme hakkı tanınmıştır. Temel hatası, hukuki işlemin konusunu
oluşturan şeyin temel niteliklerinde, özünde, temel vasıflarında düşülen
hatadır. Örneğin, el dokuması halı almak yerine fabrika halısı alan kişi
vasıflı hataya düşmüştür.
Vasıflı hata halinde aslında irade ile
beyan birbirine uygundur fakat iradenin oluşumunda bozukluk vardır. Kişi hukuki
işlemin konusunu oluşturan şeyin temel niteliklerinde yanılgıya düşmüş, bu
yüzden iradesi sağlıklı bir biçimde oluşmamış ve bu bozuk iradenin etkisi
altında hukuki işlem yapmıştır. İşte hukuk düzeni, bu tür hataları hakkaniyet
gereği bazen esaslı hata saymış ve hata edenin hukuki işlemi iptal
edebileceğini kabul etmiştir. Örnekler,
Bekar sanılarak alınan kadının evli
olması, bin yıllık sanılarak alınan halının bir yıllık çıkması, otel ruhsatı verileceği
düşüncesiyle alınan binaya ruhsat verilmemesi halleri temel hatadır.
İradenin Oluşumunda Bozukluk Olmaması
Bazı hallerde irade ile beyan arasında herhangi bir uygunsuzluk bulunmaz
fakat irade açıklanırken sakatlanabilir. Bu durumda aslında beyan iradeye
uygundur ve fakat beyan edilen irade çeşitli sebeplerle sakatlanmış, fesada
uğramıştır. Bunlar “hile, ikrah ve gabin”dir.
a)Hile “dolus”: Bir kimsenin
zihninde yanlış kanaatler oluşturarak gerçek durumu bilseydi yapmayacağı bir
hukuki işlemi yapmasını sağlamaktır. Hile halinde irade ile beyan birbirine
uygundur. Fakat beyan sahibi yanıltılmış, iradesi fesada uğramıştır. Beyan
ettiği irade de bozuk olan iradedir. Hileden söz etmek için aldatma
fiilinin olması gerekir. Aldatma olumlu yada olumsuz olabilir. Hilenin ikinci
unsuru aldatma kastıdır. Hile yapan kişinin kastı aldatma olmalıdır.
Aldatma ile hukuki işlemin kurulması arasında illiyet bağı olmalıdır.
Hile halinde aslında kişi
hataya düşmüş olmakla beraber hata esaslı sayılmamakta ama hileye maruz kalana
sözleşmeyi iptal etme hakkı vermektedir. Borçlar Kanununa göre hileye maruz
kalan taraf, hileyi öğrendiği andan itibaren 1 yıl içinde sözleşmeyi iptal
edebilir.
Roma hukukunda başlangıçta
sadece irade beyanına itibar edildiği için hileli de olsa bir irade beyanı
olduğunda geçerli sayılmıştır. Ancak praetorlar hakkaniyete aykırı bu duruma
müdahale etmişlerdir. Praetor hukuku hile davası olarak anılan “actio doli” kurumunu
Roma hukukuna kazandırmışlardır. Actio doli hileyi yapan kişi aleyhine açılan
bir ceza davasıdır. Bu dava yapılan hukuki işlemin iptaline yönelik değildir.
Bu işlem dolayısıyla verilen şeylerin iadesine ve uğranılan zararların
tazminine yönelik bir davadır. Bu davanın sonunda kişinin şerefsizliğine
hükmediliyordu. Şerefsizlik roma hukukunda hak ehliyetinin kısıtlanmasına yol
açan nedendir. Praetorlar tarafından hileye maruz kalan kişiye tanınan ikinci
imkan ise defi “exceptio doli” idi. Hileli işlem sebebiyle borç
altına girmiş olan kişi, henüz borcunu ödemeden evvel, kendisi aleyhine, hile
yapan kişi tarafından bir ifa davası açılırsa, bu defiyi ileri sürebilirdi. Bu
defi’yi ispat ederse borcu ödemekten kurtulurdu.
Hile davası ile hile defi
arasındaki en önemli fark hile definin süreye bağlı olmamasıydı. Hile yapan
kişi hileye maruz kalan aleyhine ne zaman dava açarsa o zaman bu defi ileri
sürülebilirdi. Fakat hile definin ileri sürülebilmesi için hile yapan alacaklının
alacağını talep etmesi gerekiyordu.
Praetorlar tarafından
tanınan bir imkan da, “in integrum restitutio” imkanıydı. ( eski
halin iadesi) Buna göre hileye maruz kalan kişi edimi ifa etmişse, praetor’a
başvurarak işlemin hileli olduğuna karar verilerek eski halin iadesini talep
edebilirdi.
b)İkrah: “metus”: ikrah, bir kimseye
zorla hukuki işlem yaptırılmasıdır. İkraha cebir de denir. Maddi ve manevi yönü
bulunur. Maddi cebirde bir kimseye maddi bir baskı uygulanır. Silah dayayıp
sözleşme imzalatma gibi. Manevi cebir ise kişinin zihninde bir korku
uyandırarak işlem yapılmasıdır. İkrahtan söz edebilmek için belli şartların bir
arada bulunması gerekir. İrade beyanında bulunan kişinin kendisine yada
yakınlarına yönelmiş ağır ve yakın bur tehlike olmalıdır. Tehlike kişi yada
malvarlığına yönelik olabilir. Ancak ciddi ve yakın bir tarihte
gerçekleşebilecek nitelikte olmalıdır.
İkrah ile hukuki işlemin
yapılması arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Roma hukukunda ilk
dönemlerde ikrah, hukuki işlemi geçersiz hale getiren bir sebep değildi. Çünkü
her şey irade beyanına dayanmaktaydı. Fakat hilede olduğu gibi ikrah halinde de
praetor’lar, ikraha maruz kalan kişiyi korumaya yönelik bazı tedbirler geliştirdiler.
Bu tedbirler ikrah davası “actio metus”, ikrah defi “exceptio
metus” ve eski halin iadesi “in integrum restitutio” imkanıdır.
“actio metus”,
ikraha maruz kalan kişiye tanınmış bir ceza davasıdır. Bu dava tehditten
itibaren 1 yıl içinde açılır ve ikraha maruz kalan kişinin uğradığı zararın 4
katı talep edilebilir.
“exceptio metus”, praetorlar
tarafından tanınan ikinci imkândır. Eğer ikraha maruz kalan kişi bu yüzden bir
borç altına girmiş ve borcunu ifa etmesi için aleyhine açılmış bir dava varsa
ikrah defini ileri sürerek mahkûm olmaktan kurtulabiliyordu.
“in integrum
restitutio” hilede olduğu gibi ikrahta da, ikhara maruz kalan kişi
praetora müracaat ederek eski halin iadesini talep edebilirdi.
c. Gabin
Gabin iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde söz konusudur. Bu tür
sözleşmelerde taraflar arasında denklik söz konusu olmalıdır. Bu denkliğin tam
olması gerekmez. Ancak bazı hallerde bu denklik aşırı bozulabilir. İşte bu
hallerde hukuki işlem iptal edilebilir. Şöyle ki kan kaybetmekte olan bir
yakınını hastaneye yetiştirmek için araç bulamayan ve tek bir taksiyi görüp ona
bindiren ancak taksiciye normalin on katı ücret ödeyen kişi gabin (sömürü )
altındadır.
Gabinde iradeler arası
uyum söz konusudur. Ancak açıklanan iradelerin oluşumunda bozukluk vardır.
Kişinin tecrübesizliği, karşılaştırma yapamaması veya zor durumda kalması gibi
nedenler sonucunda gabin oluşur. Gabin halinde 1 yıl içinde sözleşme iptal
edilebilir.
Roma hukukunda gabin
başlangıçta yoktu. “İnstinianus” döneminde ise fahiş gabin
prensibi “laesio enormis” veya “laesio ultra dimidium”
adı verilen bir prensip kabul edildi. Buna göre taşınmazını gerçek
değerinin yarısından daha düşük bir fiyata satan kimse sözleşmeyi bozabilir ve
malı geri alabilirdi. Orta çağda bu prensib malı gerçek değerinin iki katından
daha fazla satın alan alıcı için uygulanmıştır.
HUKUKİ İŞLEMLERİN YOKLUĞU ve GEÇERSİZLİĞİ
Geçerli bir hukuki işlemin kurulabilmesi
için yukarıdaki şartların tam olması gerekir. Yani hukuki işlemi yapan kişinin
ehliyetli olması, hukuki işlemi yapma iradesi bulunmalı ve bu irade
açıklanmalı, irade ile beyan arasında uygunsuzluk bulunmamalı ve açıkladığı
irade fesada uğramamış olmalıdır. Bu genel şartların yanında her hukuk düzeni
kendi şartlarını da öngörebilir. B. K. 20 ve 21 e göre Türk Hukukunda
hukuki işlemlerin geçerli olabilmesi için ahlaka, adaba, kamu düzenine aykırı
olmaması gerekir. Eğer şartları sağlamaz ve anılan nedenlere de dayanırsa
hukuki işlem geçersiz olur. Geçersizlik çeşitlidir.
A-YOKLUK
Hukuki işlemin kurucu
unsurlarından biri yada birkaçının eksik olması halinde hukuki işlem yok
hükmündedir. Yokluk halinde hukuki işlem hiç doğmamıştır. Hukuki işlemin yok
olduğunun yolu tespit davası ile olur.
Yokluk roma hukukunda
bilinir. “in iure cessio” işlemi yoklukdur.
B- GEÇERSİZLİK
Kurucu unsurlar tam olmakla birlikte
“etkinlik” ve “geçerlilik” unsurlarını da aramaktadır. Hukuki işlemin
etkinlik unsurunda eksiklik varsa eksiklik müeyyidesine tabi olur. Geçerlilik
unsurlarından birinin eksik olması halinde ise butlan yada iptal müeyyidesi söz
konusu olur. şu halde Geçersizlik kavramı, eksiklik, butlan ve iptali
içine alan bir üst kavramdır.
1.
Eksiklik
Eksiklik haline hukuki işlem kurulmuştur. Fakat hüküm ve sonuç
doğurabilmesi için gerekli olan bazı unsurlar mevcut değildir. Buna etkinlik
unsurları denir. Etkinlik unsuru olmayan bir hukuki işlem hüküm sonuç doğurmaz.
Yani hukuki işlem nedeniyle alacaklı olan taraf alacağını talep edemez. Eksik
olan unsurlar daha sonra tamamlanarak işlem hüküm ve sonuç doğurmaya
başlayabilir. Küçüğün yaptığı işleme veli yada vasinin izni ile geçerli
olmasıdır. Roma hukukunda ayrı bir geçersizlik türü olarak eksiklik yer almamakla
beraber bazı eksik unsurların tamamlanıncaya kadar geçerli olmayacağı kabul
edilmiştir. Buluğa ermiş (
Yaşını tamamlamamış ama
aklı yeten) yaptıkları hukuki işlemler başlangıçta geçerli sayılmamakta idi.
Dönem ilerledikçe bu işlemelere kanuni temsilcilerin onayı verilirse geçerli
olmaya başladı.
2-Butlan
Geçersizlik türlerinden en
ağır olanı butlandır. Butlan hukuki işlemin, geçerlilik unsurlarındaki
eksiklikler sebebiyle ölü doğmasıdır. Hukuki işlem, kurucu unsurlarında tam
olduğu için kurulmuştur. Fakat baştan itibaren hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz.
Adeta ölü doğmuştur. Butlan sebebi daha sonra ortadan kalksa bile batıl olan
hukuki işlemin geçerli hale gelmesi mümkün değildir. Butlan sebepleri
genellikle kamu yararı düşüncesi ile konulur. Menfaati olan herkes ileri
sürebilir, hakim resen inceleyebilir, yargılamanın her safhasında ileri
sürülebilir.
Roma hukukunda, hukuken
aranılan unsurlarda eksiklik olması halinde hukuki işlem batıl sayılmıştır.
Tıpkı bugün olduğu gibi batıl hukuki işlem hiçbir sonuç ve hüküm
doğurmayacaktır. Ayrıca roma hukukunda da bu husus resen “ex officio” nazara
alınmaktadır. Roma hukukunda ki butlan sebepleri: irade uyuşmazlığı, temyiz
ehliyeti olmayışı, ahlaka aykırılır. İyiniyete ve şekle aykırılık.
3- İptal
Geçerli olarak kurulmuş bir hukuki işlemi,
iptal hakkı olan tarafın bu hakkını kullanarak geçmişe etkili bir biçimde
ortadan kaldırmasına denir. İptal halinde hukuki işlem iptal edilinceye kadar
geçerli gibi hüküm ve sonuç doğurur. İptal hakkı tek taraflı bir irade
beyanıyla kullanılabilir ve yalnızca bu hakka sahip olan yani ileri sürebilecek
kişi kullanabilir. Butlandaki gibi menfaati olan herkes iptali öne süremez.
İptalin önemli bir özelliği de, bu hakkın
ancak belli bir süre içinde kullanılmasıdır. Bu yönüyle de butlandan ayrılır.
Butlan süreye tabi değildir. Ancak iptal hakkı kanunun öngördüğü süre içinde
ileri sürülmelidir. Aksi halde artık ileri sürülemez. İptal hakkı kullanılınca
hukuki işlem geçmişe etkili olarak ortadan kalkar. Hukuki işlemin iptaline yol
açan sebepler genellikle “hata, hile, ikrah ve gabin” gibi hallerdir.
Roma hukukunda ise başlangıçta iptal
bilinmiyordu. Praetorlar tarafından hata, hile, ikrah gibi hallerde Ius Cİvile
ye uysa bile hukuki işlem iptal edilmesi gerektiği benimsendi. Gerçi praetorlar
açıkca iptal hakkı tanımadılar. Fakat imkanların kullanılması, hukuki işlemin
ortadan kalkması ve verilenlerin iadesi sonucunu doğurduğundan, iptalin
sonuçları dolaylı da sağlanmış oluyordu.
ÖZET II
Hukuki işlem kısaca, hukuki sonuçlar doğurmaya
yönelmiş irade açıklamasıdır. Bir hukuki işlemin kurulabilmesi için en az bir
kişinin irade açıklamasına ihtiyaç vardır.
Hukuki işlemin unsurları, kurucu unsurlar,
geçerlilik unsurları ve etkinlik unsurları olmak üzere üç tanedir. Kurucu
unsurların başında irade beyanı gelir. Kurucu unsurları eksik olan işlem yok
hükmündedir.
Hukuki işlemin geçerli olabilmesi için
gerekli olan unsurlara geçerlilik unsurları adı verilir. Yapılan işlemin hukuka
ve ahlaka uygun olması gibi.
Etkinlik unsurları ise, işlemin hüküm ve
sonuç doğurmaya başlamasıyla ilgili unsurlardır. Örneğin, şarta bağlı
işlemlerde şartın gerçekleşmesi yada vasiyetçinin ölmesi gibi.
Geçerli bir hukuki işlemin yapılabilmesi
ve bu işlemin sonuç doğurabilmesi için sayılan bu unsurların tam olması
gerekir. Ayrıca, işlemi yapan kişi ehliyetli olmalı, iradesi ile beyanı
arasında uygunsuzluk bulunmamalı ve iradesi fesada uğramamış olmalıdır.
İrade ile beyan arasındaki uygunsuzluk
bilerek meydana getirilebileceği gibi, bilmeden, istemeden de ortaya çıkabilir.
Bilerek meydana getirilen uygunsuzluk halleri, latife beyanı, zihni kayıt ve
muvazaadır. Böyle durumlarda çoğu kez yapılan işlem geçersizdir. Bilmeden
meydana getirilen uygunsuzluk ise hatadır. Hata halinde, eğer hata esaslı ise,
hataya düşen yapılan işlemi iptal edebilir.
İrade fesadı halleri ise, hile, ikrah ve
gabinden ibarettir. Bu hallerde de iradesi fesada uğrayan kimselere sözleşmeyi
iptal etme yetkisi tanınmıştır.
Roma hukukunda ise iptal bilinmediği için,
praetorların geliştirdikleri farklı koruma imkanları ile zarar gören kişilerin
korunması cihetine gidilmiştir.
Hukuki işlemin kurucu unsurlarından biri
eksikse, o işlem yok hükmündedir. Böyle bir işlem hiç kurulmamıştır.
Dolayısıyla ortadan kaldırılabilmesi için bir dava açmaya da gerek yoktur.
Geçersizlik ise, eksiklik, butlan ve
iptali içine alan bir üst kavramdır. Eksiklik halinde, hukuki işlemin etkinlik
unsurları tam değildir. Örneğin, şarta bağlı işlemlerde şartın henüz
gerçekleşmemiş olması gibi. Böyle durumlarda, etkinlik unsurlarındaki eksiklik
tamamlanınca, hukuki işlem hüküm ve sonuç doğurmaya başlar.
Butlanda işlem ölü doğmuştur. Bu nedenle
batıl bir işlemin daha sonra geçerli hale gelmesi mümkün değildir. Butlan
sebebi sonradan ortadan kalksa bile, yapılan işlem kendiliğinden geçerli hale
gelmez.
İptalde ise, hukuki işlem hüküm ve sonuç
doğurmaya başlamıştır. Fakat iptale hakkı olan taraf bu hakkını kullanırsa, yapılan
işlem, kural olarak yapıldığı andan itibaren geçmişe de etkili olacak şekilde
ortadan kalkar.
HUKUKİ İŞLEMLERİN İSTİSNAİ UNSURLARI (
ŞART, VADE VE TEMSİL)
1- ŞART “CONDİCİO”: Bir hukuki işlemin hüküm ve sonuçları,
gelecekte gerçekleşmesi objektif olarak şüpheli bir olayın gerçekleşip
gerçekleşmemesi olgusuna bağlanmışsa şarta bağlı hukuki işlemden söz edilir.
Hukuki işlemin bağlandığı sonuca ise şart “condicio” denir. Şarta bağlı
hukuki işlemlerden söz edebilmek için şart olarak öngörülen olayın objektif
olarak şüpheli olması gerekir. Yani gerçekleşmesi herkes için şüpheli
olmalıdır. Misal A, ölürse gibi bir şart olamaz. Çünkü A er yada geç mutlaka
ölecektir. Harman zamanı gelince gibi bir şart da geçersizdir. Çünkü her yıl
mutlaka harman zamanı gelecektir. Olayın gerçekleşeceği tarih belli olmasa da
günün birinde mutlaka gerçekleşeceği kesin ise şarta bağlı hukuki işlemden söz
edilemez.
Şart geleceğe ilişkin bir
olay olmalıdır. Bir olayın şart olarak geçerli olabilmesi için imkansız
olmaması gerekir. Ahlaka, adaba ve hukuka aykırı şart olamaz.
Pek çok işlem şarta bağlı
olabilir ancak hukukumuzda evlenme, nişanlanma ve evlilik dışı çocuğu tanıma,
tescil gibi işlemler şarta bağlı olamaz. Roma Hukukunda da “actus
legitimi” adı verilen işlemleri şarta bağlı olarak yapmak mümkün
değildir. Yine mülkiyetin devrine yönelik “mancipatio” ve “in
iure cessio” ; genellikle bir aile evladının baba hakimiyetinden
çıkarılması için yapılan “mancipatio”, ibra, vasi tayini, evlat edinme
gibi işlemleri de sayabiliriz.
a.
Şartın Çeşitleri
Şart çok çeşitli açıdan tasnif edilebilir.
Öncelikle, şart olarak öngörülen olayın olumlu bir davranış olup olmamasına
göre “müspet (olumlu)” ve “menfi (olumsuz) şart” olarak ikiye ayrılır.
Yağmur yağması olumlu şart, yağmaması olumsuz şart,
Şart olarak öngörülen olayın taraf iradelerine bağlı olup olmamasına göre,
“iradi şart, tesadüfi şart, karma şart” olarak üçe ayrılır. Eğer
şartın gerçekleşmesi taraflardan birinin iradesine bağlı ise iradi şart vardır.
A dan özür dilersen seni tekrar işe alırım şartı da A nın özür dileyip tekrar
işe girmesi kendi iradesindedir. Şartın gerçekleşmesi tarafların iradesinde
değil, tamamen tesadüflere yada 3. kişilerin iradelerine dayanıyorsa tesadüfi
şarttan bahsedilir. Örneğin gemi limana sağ salim ulaşırsa, yarın yağmur
yağmazsa gibi. Gerçekleşmesi hem tarafların hemde 3. kişilerin iradesine yada
tesadüflere bağlı olan şartlara ise karma şart denir. A ile evlenirsen gibi bir
şart. Hem A nın iradesi hemde şart koşulan kişinin iradesi gerekir.
Hukuki işleme yaptığı
etkiye göre şart, “taliki (erteleyici) şart ve infisahi (bozucu) şart” olarak
ikiye ayrılmaktadır.
Hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurmaya başlaması şart olarak öngörülen olayın
gerçekleşmesi olgusuna bağlanmışsa, taliki şart “condicio suspensiva”
dan söz edilir. Bu halde hukuki işlem kurulmuş fakat hüküm ve sonuç
doğurmamaktadır. İleride hüküm ve sonuç doğuracaktır. Örneğin davayı kazanırsan
seni bağışlayacağım gibi.
Baştan itibaren hukuki sonuçlarını doğurmaya başlamış olan hukuki işlemin
ortadan kalkması, şart olarak öngörülen olayın gerçekleşmesi olgusuna
bağlanmışsa infisahi şart “condicio resulutiva” söz konusu olur.
sınıfta kalırsan burs sözleşmesi iptal edilir gibi. İnfisahi şarta bağlı
hukuki işlem, sanki şartsız gibi baştan itibaren hüküm ve sonuç doğurmaya
başlar. Fakat şartın gerçekleşmesiyle ortadan kalkar. Roma hukukunda taliki
şarta bağlı hukuki işlemler bilinmekte ve fakat infisahi şarta bağlı hukuki
işlemler bilinmemekteydi.
b.
Şartın Hüküm ve Sonuçları
İki safha vardır. Belirsizlik ve şüpheli durumun sona erdiği aşama.
- Belirsizlik Aşaması:
Şartın gerçekleşmesinden yada gerçekleşmeyeceğinin kesin olarak
anlaşılmasından önceki aşamaya belirsizlik aşaması denir. Belirsizlik
aşamasında şartın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği yani hukuki işlemin akıbetinin
ne olacağı belli değildir. Belirsizlik aşamasında, taliki şarta hukuki işlemin
hüküm ve sonuçları askıdadır. Bu dönemde alacalı alacağını talep edemez.
İnfisahi şartta ise, belirsizlik aşamasında hukuki işlem hüküm ve sonuç
doğurmaya devam etmektedir.
- şüpheli Durumun Sona Erdiği Aşama:
Şarta bağlı hukuki
işlemlerde şüpheli durum iki şekilde sona erer. Ya şart gerçekleşir, yada
şartın gerçekleşmeyeceği kesin olarak anlaşılır. Şart gerçekleşmemişse taliki
şarta bağlı hukuki işlem kesin olarak hüküm ve sonuç doğurmaya başlar. Alacaklı
alacağını talep edebilir, borçluda borcunu ifa etmek zorunda kalır. İnfisahi
şartta ise şartın gerçekleşmesiyle hukuki işlem ortadan kalkar. Bura da şartın
gerçekleşmesi geçmişe etkili sonuçlar doğurmaz. Hukuki işlem şart
gerçekleşinceye kadar geçerlidir. Şartın gerçekleştiği andan itibaren geleceğe
etkili olarak ortadan kalkar. Belirsizlik aşaması şartın gerçekleşmemesi ya da
gerçekleşmeyeceğinin kesin olarak anlaşılmasıyla da sona erebilir.
2- VADE “DİES”: Hukuki işlemin hüküm ve sonuçları, gelecekte
gerçekleşmesi kesin olan bir olayın gerçekleşmesine yada bir tarihin gelmesine
bağlanmışsa, vade (ecel)den bahsedilir. Vadede şarttan farklı olarak hukuki
işlemin sonuçları, gerçekleşmesi şüpheli bir olaya bağlanmamıştır. Ya bir tarih
konulmuş ya da kesin bir olay zikredilmiştir. Bu nedenle şartta belirsizlik
varken vade de kesinlik vardır. Vadede de taliki ve infisahi olarak iki türlüdür.
Taliki vadeye başlama vadesi, infisahi vadeye ise bitme vadesi denilmektedir.
Romalılar infisahi şartı bilmedikleri gibi infisahi vadeyi de bilmiyorlardı.
3-TEMSİL: Hukuk düzeni, bir kimsenin kendisini ilgilendiren hukuki işlemleri
başkasına yaptırmasına izin vermiştir. Bu durumda hukuki işlemi yapan kişi,
kendisi değil, başkası için işlem yapmaktadır. İşte temsil, bir kimsenin
başkası için hukuki işlem yapmasıdır. Temsil bir yetkidir. Temsil ilişkisi üçlü
bir ilişkidir. Kendisi için hukuki işlem yaptırmak isteyen kişiye temsil edilen
adı verilir. Bu amaçla kendisine yetki veren kişi temsilci yada mümessil,
temsilcinin temsil edilen için hukuki işlem yaptığı kişi ise üçüncü kişidir.
Temsilde, temsilcinin beyan ettiği irade temsil edilenin iradesi değil kendi
iradesidir.
Temsil ilişkisinin
olabilmesi için, bir temsil yetkisine ihtiyaç vardır. Günlük hayatta temsil
yetkisi genellikle bir temel ilişkiye dayanarak verilmektedir. Hizmet
sözleşmesi ile mağazada çalışan işçiye, aynı zamanda satış yapma ve alacaları
tahsil etme yetkisi verilmesinde olduğu gibi.
Vekalet ile Temsil arasındaki Farklar
1.
Her şeyden önce vekalet bir sözleşmedir. Bu nedenle karşılıklı ve birbirine
uygun irade beyanlarıyla kurulur. Oysa temsil ilişkisinin kurulabilmesi için
temsilcinin kabul beyanına ihtiyaç yoktur. Temsil edilenin tek taraflı ve
varması gerekli irade beyanıyla temsil yetkisi verilebilri.
2.
Vekalet sözleşmesiyle vekil borç altına girer. Kendisine tevdi edilen
işleri yapmak ve sonuçlarını vekalet verene devretmek zorundadır. Oysa temsil
de temsilci borç altına girmez.
3.
Vekalet ile temsil yetkisi arasındaki en önemli fark hukuki işlemin
konusunda kendini gösterir. Vekalet sözleşmesi, hem maddi işlerin görülmesini
hem de hukuki işlemlerin yapılmasını konu alabilir. Örneğin; hekimin hastayı
tedavi etmesi, hukuki işlem değil maddi bir fiildir ve vekalet sözleşmesine
konu olur. Oysa temsil, hukuki işlemlerde söz konusu olur. Maddi işlerin
görülmesi konusunda temsil yetkisi verilemez.
Günümüzde birçok işlem temsilci vasıtasıyla yapılabilmektedirler. Ancak
nişanlanma, evlenme, evlat edinme gibi işlemler temsilci aracılığıyla
yapılamamaktadır.
TEMSİLİN ÇEŞİTLERİ
1.
Kanuni Temsil – İradi Temsil:
Temsil yetkisi kanundan doğabileceği gibi iradi olarak da doğabilir.
Temsilci yetkisini doğrudan doğruya yasadan alıyorsa buna kanuni temsil denir.
Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, kısıtlılık gibi hallerde kanuni temsilci söz
konusu olur. Kişi kendi iradesi ile bir başkasına temsil hakkı verirse bu iradi
temsildir.
2.
Doğrudan Temsil- Dolaylı Temsil
Temsilcinin temsil edilen ad ve hesabına işlem yaptığı temsil türüne
doğrudan temsil denir. Bu temsil türünde temsilci 3. kişi ile hukuki işlem
yaparken kendi adına değil, temsil edilen adına ve hesabına hukuki işlem yapar.
Yapılan hukuki işlemin sonuçları doğrudan doğruya temsil edilen üzerinde doğar.
Dolaylı temsil de ise temsilci, kendi adına temsil edilen hesabına hukuki
işlem yapar. Bu nedenle 3. kişi, hukuki işlemin karşı tarafı olarak temsilciyi bilir.
Hukuki işlemden doğan hak ve borçlarda hukuki işlemden dolayı kendisi alacaklı
ve borçlu olur. Günümüzde yaygın olan temsil türü doğrudan temsildir. Dolaylı
temsilin uygulandığı en önemli alanlardan biri komisyonculuktur. Roma
hukukunda ise doğrudan temsil bilinmemekteydi. Bunun sebebi, bir kimsenin bir
başkasının iradesiyle borç altına girebileceğinin kabul edilmemesiydi.
TEMSİL YETKİSİ:
Temsil ilişkisinin
kurulabilmesi için, temsil edilen tarafından temsilciye temsil yetkinsini
verilmesi gerekir. Temsilcinin temsil edilen ad ve hesabına hukuki işlem yapma
yetkisine temsil yetkisi denir. Bu yetki, temsil edilen tarafından varması
gerekli tek taraflı bir irade beyanıyla verilir. İrade beyanının temsilciye
ulaşmasıyla temsil ilişkisi kurulmuş olur. Temsilcinin kabul beyanına yada
temsil yetkisinin 3. kişilere bildirilmesine gerek yoktur. Temsil edilen tek
başına yapamayacağı hukuki işlemleri temsilci aracılığıyla da yapamaz. Bu
nedenle temsil edilenin ehliyetli olması gerekir. Fakat doğuradn temsilde temsilci
yaptığı hukuki işlem ile kendisi borç altına girmeyeceği için tam ehliyetli
olması şart değildir. Mümeyyiz olması yeterlidir. Temsil edilen temsil
yetkisini sınırlandırabilir. Temsil yetkisi zaman, yer, kişi ve konu bakımından
sınırlanabilir.
Temsilci, temsil yetkisini belli
işlemlerle sınırlandırabilir. Örneğin satım sözleşmesi yapılması hususunda
temsil yetkisi verilmişse temsilci, bağış sözleşmesi yapamaz.
Roma Hukukunda bugün bizim genel temsil
yoluyla ulaştığımız sonuçlara “procuratio” müessesesi ile
ulaşılmıştır. Procuratio bir çeşit vekâlettir. Fakat vekalet sözleşmesinden
farkı tek taraflı bir yetkilendirme oluşudur. Bu yönüyle daha çok bugünkü
temsile benzemektedir. Temsil ilişkisi, temsil edilen yada temsilci tarafından
kolayca sona erdirilebilen bir ilişkidir. Temsil edilen geri alma temsilci ise
istifa yoluyla bu ilişkiyi her zaman ortadan kaldırabilir. Temsil ilişkisini
sona erdiren başka sebeplerde vardır. Taraflardan birinin ölümü, fiil
ehliyetini kaybetmesi, gaipliği, iflası, hükmi sahsiyetin sona ermesi, yetki
verilen sürenin veya işin bitmesi yetkisini sona erdiren hallerin önde
gelenleridir.
ÖZET III
Bazı hukuki işlemlerde bir takım istisnai
unsurlara yer verilebilir. Örneğin hukuki işlem şarta yada vadeye bağlanabilir
veya bir temsilci aracığıyla yapılabilir.
Şartın söz konusu olduğu hallerde hukuki
işlemin sonuçları, gelecekte gerçekleşmesi objektif olarak şüpheli bir olayın
varlığına bağlanmıştır. Bu olay gerçekleşirse hukuki işlem hüküm ve sonuç
doğurmaya başlar yada hükümlerini doğurmaya başlayan hukuki işlem ortadan
kalkar.
Eğer hukuki işlemin hüküm ve sonuç
doğurmaya başlaması şart olarak öngörülen olayın gerçekleşmesi olgusuna
bağlanmışsa taliki şarttan, ortadan kalkması böyle bir olaya bağlanmışsa
infisahi şarttan söz edilir.
Vadede ise hukuki işlemin sonuçları belli
bir tarihin gelmesine yada gerçekleşmesi kesin olan bir olayın gerçekleşmesine
bağlıdır. Vade de, taliki vade ve infisahi vade olmak üzere iki türlüdür.
Romalılar, infisahi şart ve infisahi vadeyi
bilmiyorlardı. Bu sonucu, tali şarta yada vadeye bağladıkları bir fesih
anlaşması ile ulaşıyorlardı.
Hukuki işlemlerde karşılaşılan bir diğer
istisnai unsur ise temsildir. Temsil, bir kimsenin başkası için hukuki işlem
yapmasıdır. Eğer temsilci, temsil edilen adına ve hesabına hukuki işlem
yapıyorsa doğrudan temsil, kendi adına, temsil edilen hesabına işlem yapıyorsa
dolaylı temsil vardır.
Roma hukukunda geçerli olan temsil türü
dolaylı temsildir. Doğrudan temsil Romalılar tarafından bilinmemekteydi.
EŞYA HUKUKU ÖZET
Eşya üzerindeki fiili hakimiyete zilyetlik
denir. Zilyetlikten söz edebilmek için kural olarak iki unsurun bir arada
bulunması gerekir. Bu unsurlar corpus (fiili hakimiyet), anismus (zilyetlik
iradesidir).
Zilyetliğin bir hak mı yoksa fiili durum
mu olduğu hususu doktrinde tartışmalıdır. Fakat hakim olan görüş, zilyetliğin
bir fiili durum olduğudur.
Zilyetliğin konusu, ayni haklara konu
olabilen şeylerdir. Bunlar menkul olabileceği gibi gayrimenkul de olabilir.
Zilyetlik, hakların kazanılması, korunması
ve devri bakımından önemlidir. Taşınırlar üzerindeki ayni haklar kural olarak
zilyetliğin kazanılması ile kazanılır, kaybedilmesi ile ortadan kalkar.
Taşınmazların devri, zilyetliğin devri suretiyle gerçekleşir.
Ayrıca zilyetlik, bir hakka dayanmasa bile
korunmaktadır. Bu koruma, dolaylı olarak zilyetliğin arkasında gizli olan
hakkın da korunması sonucunu doğurmaktadır.
Bazı hallerde zilyedin zilyetliğini kuvvet
kullanarak korumasına izin verilmiştir. Fakat bu istisnai bir durumdur. Bunun
dışında zilyetlik, kural olarak zilyetlik davaları ve Roma Hukukunda
interdictum’lar ile korunmaktadır. Ayrıca, bugünkü hukukumuzda taşınmaz
zilyetliğinin idari yollardan korunması da mümkündür.
ÖZET
Mülkiyet hakkı sahibine en geniş yetkileri
sağlayan bir ayni haktır. Sağladığı yetkiler, malı kullanma, semerelerinden
yararlanma ve üzerinde tasarruf etme yetkileridir. Bunlara müspet yetkiler (
yada aktif unsurlar da) denir. Bir de mülkiyet hakkının sahibine tanıdığı
pasif yetkiler (menfi unsurlar) vardır. Buna göre malik, mülkiyet hakkından
doğan yetkilerinin başkaları tarafından kullanılmasına engel olabilir. Bu
amaçla malikin açabileceği iki önemli dava vardır. Bu davalar istihkak davası
ve müdahalenin meni davasıdır. Roma hukukunda bir de praetorların tanımış
olduğu actio pupliciana in rem vardı.
Mülkiyet hakkı aslen ya da devren ya da
miras yoluyla kazanılabilir. Uygulamada daha çok devren kazanma yaygındır.
Bugünkü hukukumuzda taşınırların mülkiyeti zilyetliğin devri, taşınmazların
mülkiyeti ise kural olarak tescille kazanılır. Roma hukukunda ise en önemli
devren kazanma yolları mal res mancipi ise mancipatio ve in iure cessio yok
eğer mal res nec mancipi ise tradito idi.
ÖZET
Sınırlı aynı haklar, sahibine, eşya üzerinde
sınırlı bir hakimiyet kurma yetkisi veren haklardır.
Bu haklar, irtifak hakları, rehin hakları
ve taşınmaz yükünden ibarettir.
Rehin hakları, hak sahibine, alacağını
elde edemediği zaman rehine konu olan şeyi satma ve alacağına bu yolla kavuşma
imkanı veren haklardır.
Bir taşınmaz malikini, yalnız o taşınmazla
sorumlu olmak üzere diğer bir kimseye karşı bir şey vermek ya da yapmakla
yükümlü kılan sınırlı ayni hakka ise taşınmak yükü denir. Roma hukukunda pek
bilinmeyen taşınmaz yükü bugünkü hukukumuzda da yaygın bir kullanım alanı
bulamamaktadır.
İrtifak hakları ise sahibine bazı sınırlı
yetkiler verirken, maliki de katlanma mükellifiyeti yüklenmektedir. Bu haklar
kurulurken malik, mülkiyet hakkından doğan bazı yetkileri, (malı kısmen yada
tamamen kullanma veya semerelerinden yararlanma gibi) ayırarak irtifak hakkı
sahibine tahsis etmektedir.
Sahibine en geniş yetkiler bahşeden
irtifak hakkı, intifadır. İntifa hakkı hak sahibine, malı kullanma ve
semerelerinden yararlanma yetkisi vermektedir. Malike ise çıplak mülkiyet
kalmaktadır.
İrtifak hakları bir taşınmaz lehine tesis
edilebileceği gibi, bir şahıs lehine de tesis edilebilmektedir. Bunlardan
birincisine Roma Hukukunda arzi irtifaklar, ikincisi de de şahsi irtifaklar adı
verilir. Şahsi irtifaklar bir şahsa bağlı olduğu için devredilemez ve miras
yoluyla intikal etmezdi.
ÖZET
Hususi mahkemeler nizamında dava iki aşamada cerayan ediyordu. Birincisi
magistra önündeki aşama, ikincisi ise hakem önündeki aşamaydı. Buna göre
taraflar önce magistranın önüne giderdi. Bu aşamada davaya hakem olarak kimin
bakacağı ve hangi esaslara göre karar vereceği tespit edilirdi. Bu aşama litis
contestatio davanın tespiti ile sona ererdi.
İkinci aşamada taraflar
hakem önüne giderler ve iddialarını ispat etmeye çalışırlardı. Hakemi ikna
edebilen davayı kazanırdı.
Hususi mahkemeler
nizamında önceleri legis actiolar usulü adı verilen bir usul uygulanıyordu. Bu
usulde davacı, kanun tarafından belirlenmiş davalardan birini seçiyor ve
magistranın kendisine bu davanın verilmesini talep ediyordu. Davanın in ius aşaması
seçilen legis actio ya göre farklı oluyordu. İkinci aşamada yine hakem
önüne gidiliyordu.
Legis actio’lar
usulü, bazı sakıncalarından dolayı zamanla terk edilmeye başlandı ve onun
yerine Formula usulü geçti. Bu usulde magistra, her olay için
ayrı bir formül veriyordu. Hakem olayı bu formüle göre yürütüyordu.
Mahkumiyet kararına rağmen
borçlu borcunu ifa etmezse, icra aşamasına geçiliyordu. Her iki usulde de,
kararın icrasını sağlayabilmek için ayrı bir davanın açılması gerekiyordu. Bu
davanın sonucunda borçlunun mahkumiyet kararına rağmen borcunu ödemediği
anlaşılırsa, alacaklı belli işlemleri gerçekleştirdikten sonra, borçluyu köle
olarak satma veya borç ödeyinceye kadar kendi işinde çalıştırma yada öldürme
yetkisine sahipti. Fakat bu oldukça ağır bir müeyyide idi. Bu nedenle Formula
usulünün uygulandığı dönemlerde yavaş yavaş, borçlunun şahsına el koyma yerine
mallarını toptan satmak suretiyle alacaklıyı tatmin etme yolu benimsenmeye
başlandı.
Yorumlar
Yorum Gönder